Abbas Kiarostami’nin Kirazın Tadı filminde Bay Badii arabasına atlar ve kuru otlardan oluşan ıssız, ücra köylerde sıcak bir günde tek başına yola koyulur. Badii’nin bir amacı vardır: Kendisine iş teklif edeceği birilerine rastlamak. Bu işin ne olduğu ise filmin ilerleyen sahnelerinde tüyler ürpertir. İstediği şey, bir insanın kolay kolay yapamayacağı ancak Badii’nin kafasına koyduğu bir iştir. Adam, çöl gibi köylerin yanından geçip giderken her seferinde yeni biriyle tanışır. Badii’nin yolculuğu, amacının ötesine geçer. Belki de ona amacını unutturacak başka hikâyelere rastlamıştır.
Murat Fıratoğlu’nun Hemme’nin Öldüğü Günlerden Biri filminde de bu rastlantılar bir adama amacını unutturmaz; adeta ona engel olur.
Konusuna değinmek gerekirse: İzmir’deki işini kaybeden Eyüp, memleketi Siverek’e geri döner ve geçimini sağlamak için köydeki domates kurutma işine katılır. Ancak emeğinin karşılığını alamayınca, ekipteki ustabaşı Hemme’yle arasında tansiyon yükselir ve tartışma kavgaya varır. Yaşadığı hayal kırıklığı ve öfkeyle tarlayı terk eden Eyüp, motosikletine atlayarak Hemme’den alacağı intikamın peşine düşer. Domates tarlasında verilen emek ve dökülen alın teri, Eyüp’ün içindeki kötülüğün yeşermesinin nedenleri hâline gelir.
Eyüp: Siverek’te Bir “Old Boy”
Spoiler vermemek adına Eyüp’ün bu hırsı nasıl sonlandırdığına değinmemek yerinde olur. Zaten filmin peşinde olduğu soru da şudur: “Hemme ölecek mi?” Ve fakat aynı zamanda şu sorudur: “Eyüp, Hemme’yi öldürecek kadar kötü müdür?”
Urfa, Siverek’te gündelik yaşam olduğu gibi akarken Eyüp, tarladan bir hışımla çıkıp motoruyla yollara koyulur. Onu sürekli yarı yolda bırakan motoru bile Hemme’ye varmak istemez gibidir; Eyüp için hayli zorlu bir yolculuktur bu. Old Boy filminde, yıllarca sebebini söylemeden Oh Dae-su karakterini bir hücreye kapatan Lee Woo-jin olmak için bir hırsla yola çıkmış, ancak karşılaştığı türlü engelle Lee Woo-jin olamamış; onu yaşlandıran ve belki de hayatla yüzleştiren Old Boy’un kendisi olmuştur. Çünkü hayat, bu kadar sert, zor bir kararı vermeye çalışırken karşısına çıkan karpuz gibidir: Bir anda insanın ağzını sulandırır… Ve insan bu haldeyken ağzının sulanmasına bile şaşırır.

“Komik Olan, Hayatın Böyle Sürprizlerinin Olması”
MUBI’de şimdi gösterimde olan Hemme’nin Öldüğü Günlerden Biri, bir intikam öyküsü olmasına rağmen dramatizasyonun ya da aksiyonun sınırlarına ulaşmadan hem ciddi hem de absürt bir ton yakalıyor. Yönetmen Fıratoğlu’nun deyişiyle, aslında senaryo absürt komedi janrına ait olmak gibi bir amaç taşımadan yazılmış. Ancak hayatın olağan akışında, belki de hayati bir meselenin tam ortasındayken bir anda karnının acıkması kadar çok sayıda absürtlük vardır. İzleyicinin filmin içine bu kadar girmesi ve filmde güldürü unsurları bulması da yönetmene göre bu sürprizlerden kaynaklanıyor.
Eyüp, yeşil ağaçların sayılacak kadar az olduğu, kuru otların arasında, dışarıya çıkılamayacak kadar sıcak bir iklimde, insanın içini ferahlatacak bir sudan ya da denizden uzakta bir köyde, ödeyemediği bir icra borcu yüzünden yevmiyesiz çalışmaktadır. Hem yevmiyesiz hem de gereğinden fazla çalışan bir işçi olarak sömürünün en derinini yaşamaktadır. Dolayısıyla Eyüp ve onun gibi emekçiler zaten Hemme gibi işverenlere her gün, her an onu öldürecek kadar öfke duymaktadır. Filmin adı da böyle değil midir zaten? Hemme’nin Öldüğü Günlerden Biri. Yani Hemme’nin ölmesinin istendiği günlerden biri…
Ancak hayat, bir yandan da Hemme’nin ölmesinin önüne geçecek sürprizleri çıkarır Eyüp’ün karşısına. En başta, sürekli bozulan motoru gelir. Sürekli bozulan motoru, Eyüp’e eşlik etmek istemez adeta. Ve neticesinde, kuru otların arasında bir yuvaya benzeyen yeşil bir ağacın önünde bırakılır. Motorun yeni yeri, kötülüğün değil, iyiliğin yanıdır.

Durduk yere karşısına çıkan Çetin abisi ve onun üzüm, sevgi, doğa üzerine olan iyimser sohbeti; yolda karşılaştığı müteahhit dayıoğlu, aldığı karpuzu evine taşıyamayan yaşlı amca ve yaşlı amcanın karpuzu Eyüp’e taşıtması; bununla da kalmayıp Eyüp’ten karpuzu dilimleyip öyle gitmesini söylemesi; yaşlı amcaya su almak için girdiği bakkalda Heidi çizgi filmini izlerken uyuyakalan bakkalcı… ve bunun gibi sayısız engel.
Bilinçsiz Dervişler
Bir senaryonun dramatik yapısında kahraman ya da karakter, bir amaç uğruna eyleme geçmek ister. Bu eyleme engel olan “düşmanlar” ve bu eylemin gerçekleşmesini sağlayan “dervişler” yani dostlar vardır. Eyüp’ün önündeki engeller, filmde aksine onun düşmanı değildir. Dostlarıdır; zira farkında olmadan iyiliğe, sevgiye ve barışa hizmet etmişlerdir.
Bu anlarda zamanın oldukça yavaş aktığını söylemek yerinde olacaktır. Ana akım sinemanın kurallarına uymayan anlatıya sahip olması, filmi zaten durakları olan, izleyiciye düşünmek için alan ve zaman tanıyan bir yapım hâline getiriyor. Ancak bu filmde zamanın daha da yavaş aktığını söylemek gerekir. Karakter eylemi gerçekleştirme konusunda ne kadar aceleci ve sabırsızsa, zaman da o kadar yavaş akar. Sohbetler uzar, motoru tamir edecek usta yemeğine yavaşça devam eder, namaza giden kırtasiyeci bir türlü dönmez… İzleyici, bu duraklarda Eyüp’le birlikte sabırsızlanır. Sırf bu nedenle bile karşısına çıkan engeller, zamanı durduran iyiliklerdir.
Hayata Tanıklık Etmek

Eyüp, seyirciyi sürekli olarak karakterle özdeşlik kurmaktan alıkoyarak onu bir tanığa dönüştürüyor. Eyüp’ü takip eden kamera açıları; mekânı ve eylemi olduğu gibi tanıtan, yakın plandan kaçınan genel planları bu tanıklığı destekliyor. Tanık olduğumuz şey, sadece bir adamın intikam alıp almaması değil; adaletsizliğin, yoksulluğun, köksüzlüğün gölgesinde kurulan küçük tesadüflerin bir hayatı nasıl dönüştürebileceği.
Yönetmenin de ifade ettiği üzere filmde şu önerme baştan sona resmediliyor:
Hayat, birine müebbet cezası verdikten sonra dışarı çıkıp döner yemek gibidir.