Son günlerde Nosferatu filmiyle gündemde olan Robert Eggers’in yönetmenlik kariyerindeki ilk filmi olan The VVitch, New England’da yaşayan ve bulundukları koloniden sürülen bir ailenin yaşadığı trajik hikayeye odaklanıyor. Ormanın hemen kenarında, ıssız bir çiftlik evine yerleşen aile açlık, doğaüstü olaylar ve bağnazlığın getirdiği paranoyaya maruz kalıyor. Bölgenin pek de iç açıcı olmayan tarihsel geçmişi, Püritenliğin ve genel olarak Hristiyanlığın karanlık tarafları ve toplumda dışlanan kadın imajı gibi konulara değinen film; dini baskının yarattığı kabus benzeri bir anlatı sunuyor. Öykünün tarihsel boyutunu anlamak filmi yorumlamakta oldukça önem arz ediyor.

Püritenlik Mezhebi ve Amerika’ya Göç
Püritenlik için, 16. ve 17. yüzyıllarda İngiltere Kilisesi içinde ortaya çıkan dini bir reform hareketi diyebiliriz. Püritenler, Roma Katolik uygulamaları ve doktrinlerinin kiliseden “arındırılması” gerektiğine inanıyorlardı. Onlar, daha doğrudan bir din anlayışı sağlamaya ve dinin içerisine yerleşmiş olan hiyerarşiyi kaldırmaya çalıştılar. Protestanlığının daha sofu bir hali olarak yorumlayabileceğimiz Püritenliğin özünde, hayatın ve günlük işlerin tamamen Kutsal Kitap’ın öğretilerine adanması yatıyordu.
17. yüzyılın başlarında Püritenlerin Amerika’ya olan yolculuğunda en temel etken, dönemin İngiliz Kilisesi tarafından gördükleri dinsel ayrımcılıktı. Temelinde Protestanlık inancına yakın bir konumda yer alsa da İngiliz Kilisesinin o dönem hâlâ fazlasıyla Katolik geleneklerine bağlı olduğu savunan Püritenler, tabiri caizse Hristiyanlığı “arındırmak” ve kendi İncil görüşlerine bağlı izole bir toplum yaratmak istediler.
Fakat İngiltere’de yaşayan Püritenler, I. James ve I. Charles gibi muhalif görüşleri bastıran hükümdarlar tarafından çeşitli para cezaları ve hapis gibi yıldırmalara maruz kaldılar. Altında ezildikleri bu dini baskıdan kaçıp, başka bir inanç sistemi ve toplum kurmak için yeni dünyayı kendilerine vadedilmiş topraklar olarak gören Püritenler, ülkelerini terk edip Amerika’da bir koloni kurma kararı aldılar. The VVitch filmi ise tam bu noktada bahtsız bir ailenin, dini bir anlaşmazlık sebebiyle, yaşadıkları topluluktan ayrılması ile açılıyor.

Sıra Dışı Bir Cadılık Öyküsü
Bu yabana galip geleceğiz, bizi yok edemeyecek.
Kolonide sahip oldukları medeni hayatı geride bırakan ve oldukça verimsiz bir arazide ücra bir eve yerleşen ailede, Thomasin isimli karakter ön plana çıkıyor. Kendisi, filmin ilk dakikalarından itibaren birçok sahnede bilinçli bir şekilde yalnız, izole olmuş bir şekilde gösteriliyor ve bu açıdan bulunduğu ortamda kapana kısılmış ve özgürlüğü elinden alınmış bir kadın portresi çiziyor. Ailenin en büyük kızı olan ve belki de babası hariç tüm aile üyeleri tarafından hor görülen Thomasin, bir gün küçük kardeşi Samuel’i ormanda kaybedince, yavaş yavaş tüm aile üyeleri toplu bir histerinin içine doğru sürükleniyor. Filmin geri kalanında da oldukça önemli bir yer kaplayan orman, süregelen bilinmezliğin bir sembolü olarak yer alıyor. Ailenin Püriten yerleşkesinden kopup geldikten sonra sığındıkları orman figürü için, bu açıdan medeniyet ile yaban arasındaki ince çizgiyi temsil ediyor diyebiliriz.

Hikayede, ailenin babası William ise tipik bir koruyucu baba figürü olarak karşımıza çıkıyor. Başlarına gelen şeyler her ne kadar talihsiz olsa da aileyi bir arada tutmaya çalışan ve son ana kadar kızı Thomasin’in yanında olan William, hikaye boyunca sürekli olarak inancını korumaya çalışıyor. Tüm iyi niyetlerine rağmen, bir noktada William’ın dinine olan bağlılığı bir iç çatışmaya dönüşüyor, filmin sonlarına doğru çocuklarının bağışlanması için ağlayarak tanrıya dua etmesi buna örnek olarak gösterilebilir.
Yozlaşmış olan mizacım, inayetten uzak ve sadece günaha meyillidir.
Samuel’in kayboluşunun ardından yavaş yavaş umutları tükenen Caleb ve babası William’ın ormanda avlanırken yaptıkları konuşmada, film bize Püriten Hristiyanlığının yozlaşmış taraflarını ve ataerkil doğasını nasıl eleştirdiğini sert bir şekilde gösteriyor. Henüz vaftiz edilmemiş kardeşinin günahlarından arınmamış bir halde öldüğünü fark eden Caleb, belki de hayatında ilk kez sahip olduğu inancı sorgulamaya başlıyor.
Hikayede karakterler arasındaki cinsel rollerin çatışması oldukça belirgin. Örneğin Caleb ile ablası Thomasin’in beraber olduğu her sahnede son derece rahatsız edici bir cinsel gerilim söz konusu. Thomasin karakterinin ailede istenmeyen ve dışlanan bir pozisyonda olduğunu dile getirmiştik. Film bu yönüyle feminist bir bakış açısıyla da okunabilir çünkü Thomasin’in hikayenin sonunda seçtiği yolu bir nevi diğer aile üyelerinden gördüğü ayrımcılıkla ilişkilendirmek oldukça mümkün. Cadılık geleneğinden ve tarih boyunca birçok anlatıda sıklıkla karşımıza çıkan “Deli Kadın” imgesinden yazının ilerisinde daha detaylı bahsedeceğiz.

Dakikalar ilerledikçe belki açlığın belki de bilinmezliğin getirdiği paranoyayla birbirlerine düşman olmaya başlayan aile üyeleri, karşılaştıkları tuhaf olaylar için doğaüstü güçleri, hikaye bağlamında Şeytan’ı suçluyorlar. Caleb’in önce bilinmeyeni simgeleyenormanda kaybolması, daha sonra çıplak ve “büyülenmiş” bir halde bulunmasının ardından filmde tempo sürekli yükseliyor ve izleyicileri gerilim dolu bir şekilde finale sürüklüyor.
Caleb’in ölüm sahnesi, belki de tüm hikayenin doruk noktasına ulaştığı kısım olabilir. İkiz kardeşlerin Thomasin’i cadı olmakla suçladığı ve tabiri caizse Thomasin’in günah keçisi ilan edildiği sahnede, tüm karakterler neredeyse sahip oldukları o küçük inancı ve akıl sağlığını da kaybedip, deliliğin eşiğine doğru sürükleniyor.
Daha sonra Thomasin, babasıyla yaptığı konuşmada, ikiz kardeşlerini Black Phillip isimli keçiyle iletişim kurmaları sebebiyle ve cadılıkla suçluyor. Burada Black Philipp’ten ve taşıdığı anlamdan da bahsetmemiz gerekiyor. Hikâyede, Black Phillip, aile içindeki anlaşmazlıklara sebep olan Şeytan’ın ete kemiğe bürünmüş bir tezahürü olarak karşımıza çıkıyor. Zaten, dini metinlerde de keçi figürü şeytani bir varlık olarak tasvir edilmiş, şeytanla ilişkilendirilmiştir. Çünkü tarih boyunca, özellikle erkek keçiler, “pagan” ritüelleriyle ilişkilendirilmiş ve Hristiyan mistisizminde ise Şeytan’ın formlarından biri olarak görülmüştür.
Olaylar sonrası yalnız ve savunmasız bir halde kalan Thomasin; ailesini tamamiyle kaybettikten ve eski hayatını geride bıraktıktan sonra, şeytanla yaptığı anlaşma karşılığında, kendisine ormanın içinde yepyeni bir aile bulup, “özgürlüğüne” kavuşuyor.
İnanç, Korku ve Şeytan.
Harun kurada RAB’be düşen tekeyi getirip günah sunusu olarak sunacak. Azazel’e düşen tekeyi ise halkın günahlarını bağışlatmak için canlı olarak RAB’be sunacak. Onu çöle salıp Azazel’e gönderecek.
Levililer, 9-10

İncil’de yer alan bu ayette, eski bir Yahudi geleneğinden bahsediliyor. İnsanların günahlarını bir keçinin üzerine yükleyip, Azazel ismindeki bir şeytana sunak olmak üzere ormana göndermesini içeren bu gelenek; günümüzde birçok popüler kültür öğesinde karşımıza çıkan, alışılagelmiş boynuzlu, keçi benzeri şeytan figürü hakkında birçok şey anlatıyor. Hatta kelime olarak “Azazel”, “ayrılan, sürülen keçi” anlamına geliyor. İngilizce’ye “scapegoat” ve Türkçe dahil başka birçok dile de “günah keçisi” olarak geçmiş bu terime bakarak The VVitch filminde şeytanın temsili olarak kullanılan Black Phillip karakterinin neden bilinçli bir tercih olduğunu daha iyi anlayabiliriz.
Konuya ilişkin başka bir teori ise, boynuzlu şeytan figürünün bugün kullandığımız “panik” kelimesinin etimolojik kökeni olan, genellikle ormanla ilişkilendirilen ve yine keçi benzeri bir formda resmedilen antik Yunan Tanrısı Pan’den geldiği yönünde.
Dışlanmış Kadın Figürü ve Cadılık İnancı
18. yüzyılın sonlarına doğru dışlanmış kadın imgesini ve feminist düşüncenin ilk izlerini literatürde görmeye başlasak da kadının toplumdaki yerinin yanlış anlaşılması ve kolay bir şekilde öteki olarak adlandırılması tarih boyunca ne yazık ki süregelmiş bir gerçektir. Akıl sağlığını kaybetmiş ya da toplumun standartlarına uymayan, alışılmadık bir yolu seçmiş kadın imajına Jane Eyre ve The Yellow Wallpaper gibi dönemin ünlü feminist eserlerinde denk gelmek mümkündür. Örnekler elbette çoğaltılabilir fakat The VVitch filminin odaklandığı bağlama uygun olarak Salem cadı mahkemelerine değinmek bu noktada uygun olacaktır.
Cadılıkla suçlananların yaklaşık dörtte üçü kadındı; zan altında kalan erkeklerin çoğu bunu kadın cadılarla akraba oldukları ya da onlarla ilişki kurdukları için yapıyordu. Bunun nedeni, kadınların zayıf cinsiyet olarak görülmesi ve doğuştan yozlaşmış olmalarıydı.Cadılık denilen şey, diğer etmenlerin yanı sıra esasında bir cinsel ilişki suçuydu; çünkü şeytanla anlaşmanın yolu onunla seks yapmaktan geçiyordu. Aynı zamanda, evli kadınlar çok az yasal hakka sahipti. Mülk sahibi olamazlardı ve mahkemelerde bir erkek tarafından temsil edilmek zorunda kalıyorlardı.
Emerson W. Baker, A Storm of Wıtchcraft
Filmdeki hikayenin de geçtiği yer olan New England eyaletinde, Cadılık fenomeniyle ilişkin belki de yakın tarihteki en karanlık vakalardan biri olarak anılan Salem Cadı mahkemelerinde çoğunluğu kadın olmak üzere 30’a yakın masum insan, şeytanla anlaşma yaptığı gerekçesiyle idam edildi. Suçlamaların birçoğu asılsız olsa da, genellikle birçok suçluya kendilerini savunmaları için yeterli alan tanınmıyordu çünkü Kilise’nin asıl amacı gerçeği öğrenmekten ziyade, hedef göstermek ve insanların işlemedikleri bir günahtan pişman olmalarını sağlamaktı.
Giles Corey ve Sarah Good gibi, işlemedikleri hatta bilgilerinin dahi olmadığı bir suçtan dolayı hüküm giyen bu insanların pek bir seçeneği yoktu. Kurtuluş yolları ya hızlı bir ölüm için dua etmek ya uzun işkenceler sonucu bir daha şeytanla anlaşma yapmayacaklarına dair yemin etmek ya da “ayinlere” katılan komşularını, akrabalarını ihbar etmekten geçiyordu. Bu yüzden küçük birkaç vakayla başlayan olay, her sorgulanan kişi kendi canını kurtarmak için bir başkasını ihbar ettikçe gittikçe büyüdü.
Salem Cadı Mahkemelerinde meydana gelen olayların ardında yatan sebebin ne olduğu ise bugün hâlâ bilinmiyor. Ekinlerde büyüyen halüsinojen bir fungusun birçok insanın sanrılar görmesine yol açmış olabileceği gibi açıklamalar belki olayların arka perdesine dair bizlere ipucu sunsa da kesin olarak bilinen şey; elinde otoriteyi ve yargı gücünü barındıran bir grup insanın, tamamıyla kendi çıkarları veya politik emelleri doğrultusunda, insanları hedef göstermesidir. Cadı avı dediğimiz fenomen elbette Salem ile başlamadı, Amerika ve Avrupa’da 15. yüzyılın sonlarından 18. yüzyılın başlarına kadar birçok yerde vuku buldu. Ama cadılıkla alakalı olsun veya olmasın, biz bugün tarihte geriye baktığımız zaman toplumun standartlarına uymayan, aykırı davranışlar sergileyen insanların otorite tarafından karanlık çukurlara itildiğini rahat bir şekilde görebiliyoruz.
The VVitch filmi belki dışarıdan bakıldığı zaman bu olayı tüm yönleriyle aydınlatmasa da, dönemin yerel inançlarına ilişkin birçok ipucu sunuyor. Örnek vermek gerekirse, Püritenlik inancını benimseyen Hristiyanlar dünyayı tamamıyla iyinin ve kötünün sürekli olarak mücadele ettiği bir savaş arenası olarak görmüştü. Şeytan ise günümüzdeki birçok inançta olduğu gibi soyut veya metaforik bir varlık değildi, tam tersine sürekli olarak insanların işlerine karışan, onları yoldan çıkaran, ekinlerini bozan, elle tutulur bir varlıktı. İşte bu yüzden o dönemin algısında gerçek ve spiritüel dünya arasındaki çizgi oldukça bulanıktı, birini cadılıkla suçlamak için örneğin, “Ben bu adamı dün akşam rüyamda gördüm, Şeytan’la konuşuyordu” gibi bir cümle söylemeniz yeterliydi. Filmde meydana gelen olaylara baktığımız zaman, dönemde yaygın olan batıl inanışlarla birçok paralellik görmek mümkün. Karakterlerin, yoksulluk ve hastalık gibi olayları ikinci bir seçenek aramadan direkt olarak şeytanla, günahla veya Tanrı’nın takdiriyle açıklamayı tercih etmesi bunun en büyük örneklerinden.
Robert Eggers, The VVitch filminde gerçekleşen doğaüstü olayların gerçekliği etrafında seyirciyi bir belirsizlik içerisinde bırakıyor. Tüm meydana gelenler gerçekten ilahi bir müdahalenin veya kötücül bir varlığın eylemleri midir, yoksa sadece ailenin yaşadığı bir toplu histeriden mi ibarettir? Bu belirsizlik, bir yandan filmdeki rahatsız edici bir atmosfere bir boyut daha eklerken, bir yandan da bölgenin tarihsel geçmişindeki olaylarla paralellik sunuyor.
Günümüzde Cadılık ve Doğum Sonrası Depresyonu

Cadılık kavramına odaklanan bir başka anlatı olan Elizabeth Sankey’in 2024 yapımı belgeseli Witches, bizlere tarihteki cadılık imgesine ilişkin feminist ve toplumsal bir bakış açısı sunuyor. Belgeselde genellikle doğum sonrası yaşadıkları tecrübelerden bahseden kadınlar; vücutlarında meydana gelen dönüşümler nedeniyle etraflarındaki dünyanın giderek daha bulanık bir hale geldiğini ve çeşitli hayaller gördüklerini söylüyorlar. Yaşadıkları sanrıları anlatacak insan bulamayan postpartum depresyonundan muzdarip kadınlar, çareyi kendileri gibi diğer kadınlarla bir araya gelmekte ve sorunlarına beraber çözüm aramakta bulmuşlar.
Bu açıdan bakıldığı vakit neredeyse her kültürde yerini almış olan cadı figürünü, daha somut, psikolojik sebeplerle ve toplumsal cinsiyet rolleriyle açıklamak mümkün olabilir. Hatta bizim kültürümüzde de lohusalıkla alakalı benzer batıl inanışlar görmek mümkün, örneğin bebeğin doğumunun üzerinden 40 gün geçmeden yolculuk yapılmaması, lohusa annenin yalnız bırakılmaması gibi.The VVitch filminde doğum veya anne olmakla alakalı herhangi bir direkt bağlam olmasa da filmin başında kaybolan bebek ve daha sonrasında tüm okların hedefi haline gelen -ve bebeğin annesi rolünü üstlenen- ana karakter Thomasin’in yaşadığı durum, The Witches belgeseline konu olan annelik ve lohusalık depresyonu olguları açısından da ele alınabilir.
Son Söz
Oldukça düşük bir bütçeyle çekilmiş olmasına rağmen, kostümleriyle ve döneme uygun bir şekilde kullanılan dille 17. yüzyıl New England’ının karanlık atmosferini başarılı bir şekilde yansıtmayı başaran The VVitch, yönetmen Robert Eggers’in son 10 yılda modern korku üzerine inşa ettiği kariyerinin adeta bir habercisi niteliğindeydi. Klişe bir cadılık hikayesi olmaktan çok uzak bir noktada kendini konumlandıran film; neredeyse tamamen folklorik öğelerden beslenen, ustaca yapılmış bir gotik korku örneği.
Referanslar:
Baker, Emerson. 2014. A Storm of Witchcraft. Oxford University Press
Kutsal Kitap: Tevrat, Zebur, İncil. İstanbul: Kitabı Mukaddes Şirketi. 1 Ocak 2019
Sankey. E. 2024. Witches. Ardimages UK. İngiltere
Darr, Orna Alyagon. “Experiments in the Courtroom: Social Dynamics and Spectacles of Proof in Early Modern English Witch Trials.” Law & Social Inquiry, vol. 39, no. 1, 2014, pp. 152–75. JSTOR
Gaskill, Malcolm. “The Pursuit of Reality: Recent Research into the History of Witchcraft.” The Historical Journal, vol. 51, no. 4, 2008, pp. 1069–88. JSTOR
Nişanyan Sözlük. (t.y.). Misojin – Çağdaş Türkçenin etimolojisi. Erişim tarihi: Ocak 13 2025
Merriam-Webster. (t.y.). Pan – Merriam-Webster.com dictionary. Erişim Tarihi: Ocak 13, 2025
Merriam-Webster. (t.y.). Scapegoat – Merriam-Webster.com dictionary. Erişim Tarihi: Ocak 13, 2025
Merriam-Webster. (t.y.). Azazel – Merriam-Webster.com dictionary. Erişim Tarihi: Ocak 13, 2025