Kapitalizmin Distopyaları, Sosyalizmin Ütopyaları

Ütopya ve distopya kavramları yalnızca edebi veya felsefi birer tasarım değil aynı zamanda toplumsal yapıların üretim ilişkileri çerçevesinde şekillendiği tarihsel süreçlerin birer yansımasıdır. İnsanlık tarihi boyunca geleceğe dair tahayyüller ya baskıcı düzenlerin kaçınılmaz sonlarını resmetmiş ya da alternatif toplumsal modeller aracılığıyla kurtuluş umudunu canlı tutmuştur.
Ütopyalar, Distopyalar - ©Midjourney

Kapitalizmin Kriz Yanılgısı ve Distopya Örnekleri

Kapitalist sistemin krizleri yalnızca geçici ekonomik dalgalanmalar değil, toplumsal yapının bütününe sirayet eden yapısal çöküşler olarak ele alınmalıdır. Kapitalizm, krizleri bir istisna veya yönetilebilir bir aksaklık olarak değil, kendi iç işleyişinin kaçınılmaz bir sonucu olarak üretir. 

Marksist kuramcı Lev Troçki’nin Faşizme Karşı Mücadele (1933/2011) adlı eserinde uzunca işlediği gibi, kapitalist düzende kriz olağandır; hatta bazen sistem içi ahengi düzenlemenin tek yoludur. Kapitalizmin krizleri, onun çözüme en yaklaştığı anlar değil; aksine, kendini yeniden üreterek daha da sağlamlaştırdığı eşik noktalarıdır. Kapitalizm, krizlerin şiddetini artırarak ve bu krizleri fırsata çevirerek varlığını sürdürür.

Lev Troçki
Lev Troçki

Kapitalist distopyaların belki de en görünür tezahürü, sermaye birikiminin zorunlu kıldığı büyüme ve genişleme ihtiyacının doğurduğu krizlerdir. 

1929 Büyük Buhranı ve ondan tam 79 yıl sonra gelen 2008 Küresel Finans Krizi gibi tarihsel kırılma noktalarının sonuçları yalnızca finansal çöküşlerle sınırlı değildir; aynı zamanda işçi sınıfı için yoksullaşma, toplumsal eşitsizliklerin derinleşmesi ve kitlesel işsizlik gibi sonuçlar doğurmuştur. Neo-liberal politikaların uygulanmasıyla birlikte bu krizler, devletlerin finans piyasalarını kurtarma adına sermayeyi yeniden yapılandırdığı ve işçi sınıfının sömürü çarkına daha fazla dahil edildiği süreçler haline gelmiştir. İçinde bulunduğumuz bu sistem sürdürülebilir midir, yoksa artık alternatif bir toplumsal modelin inşası kaçınılmaz hale mi gelmiştir?

Kapitalist Distopyalar

Neo-Reaksiyoner Hareket (NRx), modern liberal demokrasiyi yalnızca bir yönetim biçimi olarak değil, aynı zamanda toplumsal çöküşün başlıca nedeni olarak gören, radikal bir eleştiri geliştiren bir düşünce akımıdır. Hareketin kökenleri, 2000’li yıllarda Warwick Üniversitesi’nde kurulan Sibernetik Kültür Araştırma Birimi’ne (Cybernetic Culture Research Unit – CCRU) dayansa da temel teorik çerçevesi, akademik çevrelerin dışına çıkarak özellikle çevrimiçi platformlarda ve teknoloji dünyasında yankı uyandırmıştır.

Nick Land Kitap I Distopyalar Üstopyalar Yazısı

İngiliz filozof Nick Land tarafından formüle edilen Karanlık Aydınlanma (Dark Enlightenment), geleneksel siyasi kavrayışları tersine çevirerek, kapitalizmin ve teknolojinin durdurulamaz bir ivmelenme süreci içinde olduğunu öne sürer. Land’in ivmeci (Accelerationist) yaklaşımı, kapitalizmin, kendisini aşan yeni bir düzen yaratacağını iddia eden bir perspektife dayanır. Geleneksel sol ve sağ politikalar, genellikle kapitalizmi düzenlemeyi veya sınırlamayı hedeflerken, ivmeciler bunun aksine kapitalizmin tüm engellerden arındırılarak hızlandırılması gerektiğini savunurlar. İvmeciliğin sol ve sağ eksende iki farklı yorumu mevcuttur: Sol İvmecilik kapitalizmin hızlanmasının, onu aşarak yeni bir sosyalist düzene evrilmesini mümkün kılacağını iddia eder. Sağ İvmecilik ise kapitalizmin ve teknolojinin tamamen kontrolsüz bir şekilde hızlandırılması gerektiğini ve bu sürecin, geleneksel toplum yapılarının çözülmesine yol açarak otoriter, meritokratik veya tekno-feodal bir düzene geçişi kaçınılmaz hale getireceğini savunur.

Nick Land, Fanged Noumena: Collected Writings 1987–2007 (2011) adlı eserinde, mevcut düzenin çöküşe mahkûm olduğunu ve yeni yönetim biçimlerinin—her ne kadar otoriter olsa da—uygarlığın devamı için zorunlu hale geleceğini ileri sürer.

Neo-feodalizm ya da sistemleştirilmiş adıyla tekno-feodalizm, modern kapitalizmin ulaştığı noktada, ulus-devletlerin zayıflaması ve küresel mega-şirketlerin feodal beyler gibi hareket etmeye başlamasıyla tanımlanan bir düzeni ifade eder. Yanis Varoufakis, Technofeudalism: What Killed Capitalism (2023) adlı çalışmasında, piyasa dinamiklerinin yerini artık bulut altyapılarına ve dijital platform tekellerine bıraktığını öne sürer.

Geleneksel kapitalizm, piyasa dinamikleriyle ulus-devletlerin iktisadi karar alma mekanizmalarını şekillendirirken, tekno-feodalizmde bu süreç tersine dönmüş, şirketler artık yalnızca ekonomik aktörler olmaktan çıkıp doğrudan siyasi ve hukuki düzenleyicilere dönüşmüştür. 

Varoufakıs, 2023

Bu yeni düzende Amazon, Google, Meta, X ve Microsoft gibi dev teknoloji şirketleri ile uluslararası finans kurumları, yalnızca ekonomik faaliyetleri yönlendirmekle kalmaz; bireylerin gündelik yaşamları, tüketim alışkanlıkları ve hatta siyasal tercihleri üzerinde doğrudan belirleyici bir konuma yükselir.

Tekno-feodal düzenin tamamlayıcı bir unsuru olarak, hiper-kapitalizm terimi, kapitalizmin aşırı bir biçimde merkezileştiği, devletlerden bağımsız hareket eden devasa şirketlerin ekonomik ve toplumsal yaşamın tamamını yönettiği bir evreyi tanımlamak için kullanılmaktadır.

Gonıck & Kasser, 2018

Karl Marx’ın Kapital’in birinci cildinde (1867/2013) bahsettiği sermayenin yoğunlaşması ve merkezileşmesi süreci, bugün küresel ölçekte dev teknoloji şirketlerinin, finansal kurumların ve otomasyon sistemlerinin işçi sınıfı üzerindeki egemenliğiyle doğrulanmaktadır.

Fransız sosyolog Jean Baudrillard, Kötülüğün Şeffaflığı (1990) adlı eserinde, modern kapitalizmde işçi sınıfının bilinçsizleşerek sessiz yığınlara dönüştüğünü ve geriye yalnızca burjuvazinin kaldığını öne sürmüştü. Gerçekten de, hiper-kapitalist dönemde üretim ilişkileri değişmiş, geleneksel işçi sınıfı yerine “prekarya” adı verilen, güvencesiz çalışma koşullarına mahkûm edilmiş yeni bir sınıf ortaya çıkmıştır. 

Karl Marx
Karl Marx

Tekno-feodalizm ve hiper-kapitalizm, bir zamanlar distopik edebiyatın konusu olan gelecek senaryolarının artık birer gerçeklik haline geldiğini göstermektedir. Marx’ın öngördüğü sermayenin merkezileşmesi süreci, 21. yüzyılda şirketlerin devletlerden daha büyük bir güce sahip olduğu bir ekonomik modele evrilmiş durumdadır. Geleceğe dair alternatif senaryolar düşünüldüğünde, bu hiper-kapitalist düzenin hangi yönde evrileceği sorusu yalnızca ekonomik krizler bağlamında değil, siyasal iktidarın yeniden örgütlenmesi açısından da kritik bir tartışma alanı oluşturur. Eğer kapitalizm demokratik mekanizmaları tamamen aşındırarak neo-feodal bir düzene dönüşüyorsa, bu yapıya karşı nasıl bir politik mücadele inşa edilebilir?

Teknolojinin kapitalist çerçeveden çıkartılarak kolektif mülkiyet temelinde örgütlenmesi, kapitalist distopyaların karşısına bir teknolojik ütopya alternatifi koyabilir.

Sosyalist düşüncenin tarihsel gelişimi incelendiğinde, 19. yüzyılın ütopik sosyalistlerinin erken dönem kapitalist sömürüye karşı geliştirdiği alternatif toplum modelleri önemli bir başlangıç noktası olarak görülmelidir. 

Ütopik Sosyalizmin Öncüleri: Fourier ve Owen

The Social Destiny of Man eserinde Charles Fourier, kapitalizmin yalnızca ekonomik bir sistem olarak değil, insan doğasını ve toplumsal ilişkileri bozan bir yapı olarak değerlendirilmesi gerektiğini savunmuştur. Ona göre, bireyler ancak küçük, özerk ve kolektif yaşam birimlerinde kendi potansiyellerini gerçekleştirebilirler. Bu doğrultuda, Falanster (Phalanstère) adı verilen komünal yapılar tasarlamış ve bu sistemin, kapitalist rekabet yerine filozof Kropotkin’in Karşılıklı Yardımlaşma ilkesine dayalı bir üretim modeli kullanması amaçlanmıştır. Fourier’nin ütopyası, doğayla uyumlu tarımsal üretimi merkeze alarak, özel mülkiyeti ve piyasa ilişkilerini tamamen ortadan kaldırmayı hedefleyen bir yapı öneriyor.

New Harmony / Owenite
New Harmony / Owenite

Benzer şekilde İngiliz reformcu ve ütopyacı sosyalist Robert Owen, kapitalist rekabetin ve özel mülkiyetin insan doğasına zarar verdiğini ileri sürmüştür. Owen, işçi haklarını savunan bir fabrika sahibi olarak, kapitalizmin toplumsal refahı sağlamak yerine yalnızca sermaye birikimine hizmet ettiğini gözlemlemiş ve bunun karşısına kolektif üretim ve ortak mülkiyet modellerini koymuştur. Onun fikirlerinden ilham alınarak kurulan komünal kasabalara Owenite adı verilmiş, en bilinen örnek ise Kuzey Amerika’nın Indiana eyaletinde kurulan New Harmony kolonisi olmuştur (Claeys, 2011). Her ne kadar bu deneyimler uzun vadede başarısızlıkla sonuçlansa da sanayi kapitalizminin yarattığı eşitsizliklere karşı erken dönem bir tepki olarak sosyalist düşüncenin evriminde önemli bir rol oynamıştır. 

Sistematik Sosyalizm Deneyleri: Bilimsel Sosyalizmin İlk Büyük Uygulamaları

1959 Küba Devrimi, sosyalizmin yalnızca bir teorik model olarak değil, pratikte bir alternatif sistem inşa etme çabası olarak en istikrarlı örneklerinden biri olarak değerlendirilmelidir. Fidel Castro ve Che Guevara’nın öncülüğünde gerçekleşen devrim, yalnızca ABD destekli Batista rejimini devirmekle kalmamış, aynı zamanda Latin Amerika’daki bağımsızlık mücadelesinin ve anti-emperyalist direnişin en önemli simgelerinden biri haline gelmiştir. 

Devrimin en dikkat çekici başarılarından biri, eğitim ve sağlık alanında sağlanan yapısal dönüşümler olmuştur. Küba, sosyalizmin temel ilkelerinden biri olan eşit ve evrensel hizmet anlayışını sağlık ve eğitim politikalarına entegre ederek, tüm vatandaşlarına ücretsiz ve kaliteli sağlık hizmeti sunan bir sistem kurmuştur.

Küba’nın sosyalist ütopya projesi, sadece kendi sınırları içerisinde sınırlı kalmamış, 1960’lardan itibaren uluslararası dayanışma hareketlerine öncülük etmiştir. Afrika ve Latin Amerika ülkelerine gönderilen binlerce doktor ve eğitimci, sosyalizmin yalnızca ulusal düzeyde değil, küresel ölçekte de bir alternatif sunabileceğini göstermiştir. 

Fidel Castro I Distopyalar Ütopyalar
Fidel Castro

Vladimir Lenin liderliğindeki Bolşevikler, kapitalist piyasa dinamiklerini tamamen tasfiye ederek, devlet eliyle örgütlenen merkezi planlı bir ekonominin temellerini atmıştır. Fakat, sosyalizme geçiş sürecinde karşılaşılan ekonomik zorluklar nedeniyle, Bolşevik yönetimi 1921 yılında Yeni Ekonomik Politika (NEP) adı verilen geçiş programını uygulamaya koydu. NEP, özel teşebbüse belirli ölçüde serbesti tanırken, devletin ekonomide merkezi bir rol üstlenmesini öngören karma bir modeldi. Bu politika, savaş sonrası yıkılmış Sovyet ekonomisini toparlamak için geçici bir önlem olarak tasarlandı. Ancak Lenin’in 1924’te ölümü ve Josef Stalin’in iktidara gelişiyle birlikte, 1928 yılında NEP sonlandırıldı ve tamamen devletçi, merkezi planlamaya dayalı bir ekonomik model benimsendi.

Bu sistemin yönetimi, 1921’de kurulan Gosplan (Devlet Planlama Komitesi) tarafından yürütüldü. Gosplan, beş yıllık kalkınma planları çerçevesinde üretim hedeflerini belirleyerek Sovyet ekonomisini yönetti. Ancak bu hızlı sanayileşme süreci, bir yandan Sovyet ekonomisini büyütürken, diğer yandan ciddi yapısal sorunları da beraberinde getirmiştir. Merkezi planlamanın katılığı ve bürokratik hantallık, ekonominin esneklikten yoksun olmasına yol açmış, üretim hedefleri çoğu zaman gerçekçi olmayan tahminlere dayanarak belirlenmiştir. Aşırı merkeziyetçilik, işçi sınıfının üretim süreçlerine katılımını sınırlandırarak, sosyalist demokrasinin gelişmesini engellemiş ve bürokratik bir kast sisteminin oluşmasına neden olmuştur.

Sovyet ekonomisinin temel çelişkisi, işçi sınıfının doğrudan ekonomik karar alma süreçlerine dahil edilmemesi ve üretimin hiyerarşik bir yapı içinde gerçekleştirilmesiydi. 

Bürokratik merkeziyetçilik ve esneklikten yoksun ekonomi modeli, uzun vadede Sovyet sistemini sürdürülemez hale getirmiştir. 

Orjinal Bir Deneme: Cybersyn Projesi

Şili ülkesinde yaşanan sosyalist dönüşüm süreci, Ortodoks Marksist-Leninist modellerin aksine, yalnızca ekonomik yeniden yapılanma çabalarıyla değil, aynı zamanda teknolojik altyapının toplumsal kontrolü üzerinde nasıl tahakküm kurulabileceğine dair de fikir verecek niteliktedir. Bu anlamda tarihte bir ilk olan Cybersyn Projesi, Salvador Allende’nin 1970’te Şili’de iktidara gelmesiyle birlikte, sosyalist ekonomiyi modern teknolojik yöntemlerle planlama fikri ile ortaya çıkmıştır. Eden Medina’nın Cybersyn Projesi ile ilgili bir ifadesi şöyledir:

Cybersyn Projesi, teknolojiyi yalnızca ekonomik planlama aracı değil, aynı zamanda siyasal katılımın bir aracı olarak benimseyen bir sosyalizm tasavvuru sundu.

Medına, 2011, s. 3
Cybersyn Projesi
Cybersyn Projesi Operasyon Odası

Cybersyn’in temel amacı, Şili ekonomisini merkezî bir bürokratik modelle değil, işçi konseylerinin karar alma süreçlerine aktif olarak katılmasını sağlayan bir bilgi akışı sistemiyle yönetmekti. Proje kapsamında geliştirilen Opsroom (Operasyon Odası), fabrikalardan gelen verileri analiz ederek, üretim süreçlerinde meydana gelebilecek aksaklıkları hızlıca tespit etmeyi hedefliyordu. Böylece sosyalist ekonominin hantallıktan kurtulması ve daha esnek bir yapıya kavuşması amaçlanıyordu. Ancak proje tamamlanamadan, 11 Eylül 1973’te ABD destekli bir askeri darbe ile Allende hükümeti devrildi. CIA tarafından desteklenen General Augusto Pinochet, iktidarı ele geçirerek neo-liberal politikaların uygulanmasının önünü açtı. ABD’nin bu müdahalesi, yalnızca Şili’nin sosyalist kalkınma modeline değil, aynı zamanda teknolojik altyapının demokratikleşmesine karşı da bir saldırı olarak değerlendirildi.

Sosyalist Ütopyaların Geleceği: Yeni Alternatifler Mümkün mü?

Fourier ve Owen gibi 19. yüzyılın ütopik sosyalistlerinden, Sovyetler Birliği ve Küba gibi Leninist-devlet deneyimlerine ve sibernetik sosyalizm deneylerine kadar uzanan sosyalist ütopya pratikleri, insanlığın kapitalizme karşı alternatif sistemler inşa etme arayışının göstergeleridir.

Otomasyon ve yapay zekâ alanındaki gelişmeler, sosyalizmin gelecekte nasıl bir dönüşüm geçirebileceğine dair yeni perspektifler sunmaktadır. Kapitalizmin üretim araçlarını merkezileştiren ve iş gücünü giderek marjinalleştiren yapısı, tam otomasyonlu bir sosyalizmin olanaklarını da beraberinde getirmektedir. Geleceğe dair alternatif sosyalist ütopyalar arasında, Şili örneğinden gereken feyzleri alarak, tam otomasyonlu komünizm, dijital komünler ve ekolojik sosyalizm gibi senaryolar ön plana çıkabilir.

Distopyalar Ütopyalar Yazısı I ©Midjourney

Kapitalist distopyalar ile sosyalist ütopyalar arasındaki karşıtlık, yalnızca ekonomik modellerin farklılığına değil, aynı zamanda insan doğasına, özgürlüğe ve toplumsal adalete dair köklü felsefi yaklaşımlara dayanır. Adam Smith’in The Wealth of Nations adlı eserinde geliştirdiği “görünmez el” metaforuyla savunduğu serbest piyasa, 21. yüzyılda, Marx’ın Kapital’de öngördüğü üzere, büyük sermaye gruplarının devletler üzerindeki hâkimiyetini pekiştirdiği, eşitsizliği derinleştiren bir yapı haline gelmiştir. Kapitalist krizler yalnızca ekonomik dalgalanmalar değildir, Walter Benjamin’in Tarih Kavramı Üzerine metninde vurguladığı gibi, her kriz mevcut düzenin kendini yeniden üretme mekanizmasıdır. Bu bağlamda, Guy Standing’in Prekarya: Yeni Tehlikeli Sınıf (2011) adlı eserinde detaylıca tanımladığı prekarya sınıfı, kapitalist distopyanın günümüzde en belirgin sonucu haline gelmiştir. Esnek çalışma biçimleri, güvencesiz istihdam ve “gig ekonomisi” adı altında sermaye tarafından manipüle edilen bireyler, modern kapitalizmin “sınıfsız toplum” iddiasının bir aldatmaca olduğunu gözler önüne sermektedir.

Marx’ın Grundrisse adlı eserinde vurguladığı gibi, teknolojik gelişmelerin sermaye birikiminin değil, toplumsal refahın hizmetine sunulması halinde, “zorunlu emeğin ortadan kalkacağı ve insanın özgürleşeceği” bir düzen mümkün hale gelebilir. Tam otomasyonlu üretim ve planlı ekonomi, kapitalizmin krizlerini aşmak için değil, kapitalizmin kendisini aşmak için kullanılabilecek potansiyelleri içermektedir.

Sosyalist toplumun doğayla ilişkisi onu sömürerek değil, ondan öğrenerek üretmek üzerine kurulu olması gereklidir. 

Antonio Gramsci’nin kriz dönemlerini tanımlarken söylediği gibi, 

Eski dünya ölüyor, yenisi ise doğmak için mücadele ediyor. Şimdi canavarlar zamanı.

Quadernı del Carcere, Gramscı, 1947/2007, s. 275
İlginizi Çekebilir!
Kültürü Geri Sarmak: Bir Konfor ve Kısıtlama Olarak Nostalji Endüstrisi