Müzik festivalleri, sahnede çalınan müziğin ötesinde farklı kimliklerin, kültürlerin ve deneyimlerin buluştuğu, kolektif bir hafıza yaratıldığı alanlar olarak değerlendirilebilir. Bu buluşmaların, sanatçılar ve katılımcılar arasında kurulan görünmez bağlar aracılığıyla kültürel anlatıların yeniden üretildiği ve paylaşıldığı birer deneyim alanı haline geldiğini de söylemek mümkün. Yıllardır süregelen festival geleneğinin ise müziğin evrensel diliyle bireysel ve toplumsal hafızalara dokunabilmesinden beslendiği ifade edilebilir. Bu noktada, deneysel seslerden teknolojiye, güncel müzik sahnesinden kültürel keşiflere uzanan Sónar İstanbul’un 9. edisyonu yaklaşırken bu alanı şekillendiren isimlerden biriyle, Zorlu PSM Genel Müdür Yardımcısı Levent Dokuzer ile bir sohbet gerçekleştirdik.
Eğlence, kültür ve sanat endüstrilerindeki 15 yılı aşkın deneyimiyle Dokuzer, yalnızca bir festivalin iç dinamiklerine değil, aynı zamanda müzik kültürünün Türkiye’deki evrimine de ışık tutabilecek bir perspektif sunuyor. Müziğin ve kültürel buluşmaların zamansız dilini, Sónar İstanbul 2025’in ritminde Levent Dokuzer ile birlikte çözümlemeye çalıştık.
Sónar İstanbul gibi deneysel bir festival, her yıl kendi kimliğini yeniden inşa ediyor diyebiliriz. Sónar İstanbul 2025 yaklaşırken siz bu yılın genel ruhunu ve festivalin programlanma sürecini nasıl tanımlıyorsunuz?
Levent Dokuzer:
Sónar İstanbul, artık yalnızca bir festival değil, dediğiniz gibi geçtiğimiz 9 sene içerisinde her yıl kendi kimliğini yeniden inşa eden, sürekli evrilen bir kültür hareketine dönüştü. 2017’de başladığımız bu yolculukta, her yıl sınırları biraz daha zorladık ve festivalin keşif alanı olma özelliğini koruyarak onu yerel ve uluslararası sahnede güçlü bir etkileşim ağına dönüştürdük. Bugün geldiğimiz noktada Sónar İstanbul, kendini ispat etmiş, izleyicinin heyecanla beklediği bir deneyime dönüştü. Yıllar içinde 200’e yakın sanatçıyla 50 bini aşkın müzikseveri bir araya getirdik. Sónar’ı kesintisiz 9 yıldır başarıyla İstanbul’a taşıyor olmak hem Zorlu PSM’nin uluslararası vizyonunun hem de Zorlu Grubu’nun kültür sanat alanındaki varlığının en güçlü göstergelerinden biri.
Sónar İstanbul gibi deneysel bir festival, her yıl kendi kimliğini yeniden inşa ediyor diye konuştuk. Sónar İstanbul 2025 yaklaşırken siz bu yılın genel ruhunu ve festivalin programlanma sürecini nasıl tanımlıyorsunuz?
Levent Dokuzer:
Sónar İstanbul 2025’in programını oluştururken yalnızca bir müzik seçkisi değil, bir düşünce haritası tasarladık diyebilirim.
Bu yılın kürasyonu; deneysel ile gelenekselin, yerel ile küreselin kesiştiği çok katmanlı bir yapıdan ilham alıyor. Müziği sadece dinlemek değil, onun içinde kaybolmak isteyenler için kurgulanan bu program, dinleyiciyi elektronik müziğin bilinçaltına doğru bir yolculuğa davet ediyor.

The Chemical Brothers’ın yıllara meydan okuyan enerjisiyle açılan bu ses evreninde, Jamie xx’in melankolik ama dinleyeni hareketlendiren ritim evreni, Richie Hawtin’in analog dünyayla dijitalin sınırlarını bulanıklaştıran DEX EFX X0X projesi ve Marie Davidson’un vokal, synth ve kendine özgü sahne performansıyla karşılıyoruz. Her biri kendi alanında sahnede anlatıcıya dönüşen bu sanatçılar, İstanbul’da buluşarak yalnızca bir festivalin değil, çağdaş ses estetiğinin de ortak belleğini inşa ediyor.
Yerli sahnedeki temsil gücümüz ise festivalin bir diğer omurgasını oluşturuyor. İstanbul’un kendi sesini arayan yeni nesil prodüktörlerinden BASHKKA, Gaia Ekho’nun hibrit sahne anlayışı, Evrim de Evrim ve Ece Özel’in ortak setinde ortaya çıkan sinerji, yerli elektronik müzik sahnesinin nitelikli duruşunu ortaya koyuyor. Festivalin farklı sahnelerinde yükselen bu enerjiler, yalnızca kulakla değil, bedenle ve zihinle de deneyimlenen bir performansa dönüşüyor. Bu programla yalnızca müzik dinlemiyoruz düşünce biçimlerini, kültürel etkileşimleri ve teknolojik evrimi aynı anda gözlemliyoruz.
Festivalin programlamasında farklı tarzlar, deneysel yaklaşımlar ve yeni isimler arasında nasıl bir denge kuruyorsunuz? Bu yılın programını oluştururken karşılaştığınız en büyük zorluklar ve sizi en çok heyecanlandıran anlar nelerdi?
Levent Dokuzer:
Festivalin programlamasında bizim için en öncelikli mesele, yalnızca müzikal çeşitliliği değil, deneyimsel zenginliği de mümkün kılacak bir denge yaratmak.
Sónar İstanbul’u başından beri yalnızca bir elektronik müzik festivali olarak değil, müzik, sanat ve teknolojinin kesişiminde yer alan çok katmanlı bir kültürel platform olarak tanımlıyoruz. Sonar’ın geçmişi itibariyle ‘club’ kültürü diyebileceğimiz bir anlayıştan beslense de, sadece dans etmeyi mümkün kılan klasik bir “clubbing” festivalinden çok daha fazlası: Gün boyunca süren paneller, atölyeler, yeni medya iş birlikleri, görsel-işitsel enstalasyonlar ve performanslar aracılığıyla katılımcılarla kolektif ve çok duyulu bir etkileşim alanı kuruluyor.
Sónar +D bu çok yönlü yapının kalbinde yer alıyor. Geleceğin sesleri ve teknolojileri üzerine düşünme, tartışma ve üretme alanı yaratan Sónar +D, müzikseverlerin ötesinde yaratıcı sektör profesyonellerine, araştırmacılara ve dijital sanatçılara da hitap ediyor. Bu yıl, Marshmallow Laser Feast’in etkileyici enstalasyonu ve Selçuk Artut’un disiplinler arası atölyesi gibi işler bu platformun kültürel etkisini daha da genişletiyor.


En büyük zorluk diyebileceğim durum bu kadar geniş bir içerik yelpazesinde kaliteyi, izleyici ilgisini aynı anda yakalayabilmeyi istemek. Her yıl müzikseverlerin sabırsızlıkla beklediği büyük isimlerle, Türkiye’den ve dünyadan henüz keşfedilmemiş ama çok güçlü bir ifade potansiyeline sahip sanatçıları aynı sahnede buluşturmak büyük bir denge işi. Ama tam da bu noktada festivalin büyüsü ortaya çıkıyor. İstanbul’da, aynı gün aynı sahnede The Chemical Brothers ve Jamie xx’i izleyebilmek gibi dünya ölçeğinde ender karşılaşabileceğiniz bir akışı sunmak, bu festivalin kurduğu vizyonun bir sonucu. Elbette bu tür programlar, büyük ekiplerin aylar süren emeğiyle hayata geçiyor.
Sónar İstanbul’un 9 yıldır aralıksız sürmesi ve bu sürede Türkiye’nin kültür-sanat hayatına istikrarlı bir katkı sunması bizim için çok değerli. Bugün artık festival, sadece bir etkinlik değil; İstanbul’un uluslararası kültür haritasındaki yerini güçlendiren, ziyaretçilerin ve yaratıcı profesyonellerin şehirle kurduğu ilişkiyi dönüştüren bir merkezie dönüşmüş durumda. Bu da onu, sadece elektronik müziğe değil, çağdaş sanatın ve yaratıcı endüstrilerin tamamına dokunan global bir köprü haline getiriyor.
Sónar İstanbul gibi uluslararası bir festivalde, küresel trendlerle yerel sahnenin özgün ruhunu bir araya getirmek önemli bir mesele. Sónar İstanbul 2025’in programına bu dengeyi nasıl yansıttınız?
Levent Dokuzer:
Sónar İstanbul’u sadece uluslararası bir festival olarak değil, farklı coğrafyaların yaratıcı birikimlerini İstanbul’un çok katmanlı kültürel dokusuyla buluşturan bir platform olarak görüyoruz.
İlk günden beri bu festivali, küresel sahnedeki güncel eğilimlerle yerel sahnenin dinamizmini karşılıklı olarak besleyecek şekilde kurguluyoruz. Bu yılın programında bu yaklaşımın somut örneklerini rahatlıkla görebilirsiniz.
Örneğin İrlandalı Kettama ile İngiliz Special Request’in B2B performansı veya Zambiyalı DJ Kilimanjaro’nun Afro-house etkilerini İstanbul’daki dinleyiciyle buluşturması, farklı kültürlerin ortak bir ses alanında nasıl kesişebileceğini gösteriyor. Aynı şekilde ¥ØU$UK€ ¥UK1MAT$U gibi deneysel sahnenin önemli bir ismini, İstanbul’daki yeni nesil izleyiciyle ilk kez buluşturuyoruz. Yerel sahneden BASHKKA, Gaia Ekho, Ece Özel & Evrim de Evrim gibi isimlerin de bu yapının içindeki gücünü özellikle vurgulamak isterim.
Sónar +D panel programımızda da benzer bir dengeyi gözetiyoruz. Global başlıkları ele alırken, her bir oturumu Türkiye’deki yaratıcı endüstrilerin ve müzik ekosisteminin ihtiyaçlarıyla uyumlu hale getirmeye çalıştık.
Bu yılki panellerde algoritmaların müzik tercihlerimize etkisinden bağımsız plak şirketi yönetim stratejilerine, yeraltından ana akıma geçiş süreçlerinden dijital platformlardaki prodüksiyon araçlarına kadar pek çok güncel meseleye, yerli ve bağımsız isimlerin perspektifiyle ışık tutuyoruz. Bu da festivalin yalnızca sahnede değil, fikirsel anlamda da bir keşif alanı olmasını sağlıyor.
Uluslararası sanatçılar Türkiye’deki festivallere katılırken nasıl bir deneyim yaşıyor? Son dönemde bu deneyime ve Türkiye algısına dair nasıl geri dönüşler alıyorsunuz?
Levent Dokuzer:
Sónar İstanbul’un 9. edisyonuna yaklaşırken şunu çok net söyleyebiliriz: Türkiye, uluslararası sanatçılar için sürprizlerle dolu, dinamik ve son derece etkileyici bir durak haline geldi. Zorlu PSM ise bu deneyimin kalbi. Kendi bölgemizde bu ölçekte altyapıya, teknik kapasiteye ve çok yönlü programlamaya sahip en önemli kurumlardan biri konumundayız. Bu da hem uluslararası hem de yerel sahnede Zorlu PSM’yi bir referans noktası haline getiriyor.

Sónar markasıyla da, festivalin küresel yolculuğu içinde en uzun soluklu ve istikrarlı iş birliğine sahip şehir İstanbul ve kurum da Zorlu PSM oldu. Sónar’ın her yıl kesintisiz döndüğü tek adres İstanbul. Bu, hem Türkiye’nin kültürel üretim potansiyelinin hem de Zorlu PSM’nin uluslararası kültür haritasındaki yerinin bir göstergesi.
Sanatçılar açısından baktığımızda; İstanbul’da yaşadıkları deneyim çoğu zaman beklediklerinden çok daha fazlasını sunuyor. Hem sahne önünde karşılaştıkları coşkulu izleyici profili hem de sahne arkasındaki teknik altyapı ve profesyonellik, çoğu için unutulmaz oluyor. Bu deneyim, bazen onlar için Türkiye’ye dair daha önceki önyargıları kırıyor, bazen de yepyeni bir bağ kurmalarını sağlıyor. Özellikle son birkaç yılda, birçok sanatçının İstanbul’u yalnızca bir konser durağı değil, tekrar gelmek istediği bir kültür şehri olarak gördüğünü gözlemliyoruz. Ve bu bizim için çok kıymetli.
Bir müzik festivalinde izleyici deneyimini unutulmaz kılan unsurlar sizce neler? Sónar İstanbul 2025’te izleyicilere nasıl bir atmosfer yaratmayı hedefliyorsunuz?
Levent Dokuzer:
Bir müzik festivalini unutulmaz kılan şey yalnızca sahnedeki müzikal performanslar değil; katılımcının kendini orada, o anın bir parçası olarak hissetmesidir. Sónar İstanbul 2025’te de hedefimiz, izleyiciyi yalnızca izleyen değil, deneyimleyen ve etkileşime giren bir birey haline getirmek. Sónar, müziğin ötesinde, teknolojiyi, görsel sanatları ve dijital kültürü bir araya getirerek çok katmanlı bir festival deneyimi sunuyor.
Bu çok yönlü yapı sayesinde katılımcılar, bir performans izlerken hemen ardından bir dijital sanat enstalasyonunun içinde bulabiliyor kendini; sabah bir panelde müzik endüstrisinin geleceğini tartışırken, akşam sahnede dünyaca ünlü bir DJ ile dans edebiliyor. Bu denli yoğun ve akışkan bir yapı, festivali sadece bir etkinlik değil, bir kültürel platform haline getiriyor.
Zorlu PSM olarak biz de bu platformun arkasında, her detayı titizlikle yöneten, uluslararası düzeyde işleyen profesyonel bir ekibe sahibiz. Sahne tasarımı, içerik planlaması, izleyici yönlendirmesi ve konfor gibi birçok alanda sunduğumuz hizmet kalitesiyle, sadece sanatçılarda değil izleyicilerde de güven ve sadakat oluşturduğumuza inanıyoruz.
Bu bağlamda Sónar İstanbul, yalnızca global sahnenin önemli isimlerini değil; aynı zamanda Türkiye’de kültür ve sanat alanında bir arayış içinde olan ve bu alana gerçekten bağlı bir kitleyi de her yıl yeniden bir araya getiriyor. Katılımcıların bize olan sadakati, aldıkları hizmetin kalitesi ve içerik ile kurdukları duygusal bağ, Sónar İstanbul’un sürdürülebilirliğinin ve gücünün temel taşlarından biri. Sónar İstanbul’da amaç yalnızca kaliteli müzik sunmak değil; bu müziği çevreleyen kültürel, teknolojik ve duygusal deneyimi birlikte örmek. Bu da festivali yalnızca unutulmaz değil, kişisel bir hafızaya dönüşen deneyim haline getiriyor.
Sónar, müzik ve teknolojiyi bir araya getiren kimliğiyle dikkat çeken bir festival. Sizce teknolojinin, özellikle de yapay zekanın, müzik üretimi ve festival deneyimi üzerinde nasıl bir etkisi oluyor? Gelecekte bu ilişkinin nasıl evrileceğini düşünüyorsunuz?
Levent Dokuzer:
Sónar’ın genetiğinde teknoloji her zaman ana damar olmuştur. Müzik ile teknolojinin yalnızca yan yana gelmesi değil, birbirini dönüştürmesi üzerine kurulu bir yapısı var.
Yapay zekâ, bu dönüşümün en güçlü araçlarından biri haline geldi. Artık bir sanatçının müzikal üretim aşamasında sahne tasarımına, hatta izleyiciyle kurduğu etkileşime kadar birçok alanda algoritmalar ve veri odaklı teknolojiler aktif biçimde rol oynuyor.
Ancak bence en önemli mesele şu: teknoloji bir araçtır, amaç değil. Sonar İstanbul’da biz bunu net biçimde ayırt etmeye çalışıyoruz. Yapay zekâya, dijital kodlara ya da generatif tasarımlara hayranlıkla değil, yaratıcı potansiyellerine merakla yaklaşıyoruz.
Bugün bir AI modelinin beste yaptığı parçayı dinleyebiliyoruz ama bu parçanın gerçek bir anı, bir duyguyu tetikleyip tetiklemediğini sorgulamak hâlâ insanın alanı. O yüzden biz Sónar’da teknolojiyle büyüyen ama asla insani bağdan kopmayan bir deneyim kurguluyoruz. İzleyici, ışıktan sese, mekândan sanatçının performansına kadar içine girdiği tüm atmosferde bir zeka ve duyu birlikteliği hissediyor.
Sónar+D gibi platformlarda bu dönüşümü masaya yatırıyoruz; panellerde, enstalasyonlarda, yeni medya işlerindeki yapay zekâ kullanımını tartışıyoruz. Ama ne olursa olsun, canlı performansın ve sahne üzerindeki insan dokunuşunun yerini hiçbir algoritma alamaz. Gelecekte yapay zekâ daha fazla rol oynayacak evet, ama biz bu teknolojiyi insan yaratıcılığına eşlik eden bir yardımcı olarak konumlandırmaya devam edeceğiz.
Dünyada ve Türkiye’de müzik dinleme alışkanlıkları, sahne tercihleri ve festival beklentileri son yıllarda önemli bir dönüşüm geçirdi. Dijitalleşmenin etkisi, deneyim odaklı etkinliklere yönelim, küratörlü içeriklerin yükselişi ve izleyicinin daha bütüncül bir festival deneyimi arayışı bu dönüşümün yalnızca birkaç boyutu. Siz bu değişimi nasıl okuyorsunuz? Bu yeni beklentiler festival organizasyonlarını ve izleyiciyle kurulan ilişkiyi nasıl etkiliyor?
Levent Dokuzer:
Son yıllarda müzik dinleme alışkanlıkları küresel çapta dijitalleşmenin etkisiyle büyük bir dönüşüm geçirdi. Streaming platformlarıyla bireysel dinleme deneyimi artarken, kolektif deneyimlere olan ilgi de aynı anda güçleniyor. Yani insanlar bir yandan algoritmaların önerdiği müzikleri yalnızca kulaklıkla tüketiyor ama bir yandan da kalabalık bir sahnenin önünde hep birlikte aynı anda dans etmeyi, bağ kurmayı arzuluyor.
Türkiye özelinde en büyük zorluklardan biri şu: Kültürel trendler çok hızlı değişiyor ve bu değişim çoğu zaman ölçülemiyor, tahmin edilemiyor. Bir sanatçı bir anda devasa bir etkileşim yaratabiliyor, bir diğeriyse aynı hızla gündemden düşebiliyor. Biz bu hızlı dönüşen dinamikleri anlamaya çalışırken bir yandan da sürdürülebilir bir festival deneyimi yaratmak zorundayız. İşte tam bu noktada Sónar’ın çok katmanlı yapısı bize büyük bir avantaj sağlıyor.

Sónar İstanbul’u planlarken biz hiçbir zaman sadece “sahne kimde?” sorusuna yanıt vermiyoruz. Deneyimin tamamına odaklanıyoruz: Katılımcı mekâna adım attığı andan itibaren bir kurguya dahil oluyor. Müziğin ötesinde bir hikâyeye tanıklık ediyor, bir küratöryel bakış açısı hissediyor, dijital sanatla karşılaşıyor, atölyelere katılıyor, yeni şeyler öğreniyor, düşünsel olarak besleniyor. Sónar D, enstalasyonlar, farklı disiplinlerden üreticilerin bir araya geldiği paneller bu deneyimin merkezinde. Tüm bu çok katmanlı yapı sayesinde izleyiciyle kurduğumuz ilişki artık sadece performans değil; bir kültür pratiği üzerinden gelişiyor.
Biz Sónar’da değişkenliğe uyum sağlayan ve istikrarlı bir vizyonu olan bir yapı sunmaya çalışıyoruz. 9 yıldır kesintisiz devam eden bir festival olarak hem bu coğrafyada bir istisna, hem de kültür politikası açısından güçlü bir örnek oluşturduğumuzu düşünüyorum.
Rock’n Coke, One Love gibi festivallerin var olduğu dönemde aktif rol almış biri olarak Türkiye’deki festival kültürünün geçirdiği evreleri nasıl değerlendiriyorsunuz? Bugün yeniden bir canlanmanın eşiğinde olduğumuzu söyleyebilir miyiz? Geleceğe dair öngörüleriniz neler?
Levent Dokuzer:
Yaklaşık 20 yıldır Türkiye’deki kültür sanat ve etkinlik dünyasında aktif olarak çalışan biri olarak şunu gönül rahatlığıyla söyleyebilirim: Türkiye’de festival kültürü her zaman canlı, her zaman arayışta ve gelişime açık oldu. Rock’n Coke ve One Love gibi festivallerle başlayan o ilk büyük adımlar, bir kuşağın dünyaya açılma hayalini şekillendirdi. O günlerde festivaller sadece müzik değil, yeni bir yaşam biçimiyle tanışma imkânıydı.
Bugünse bu kültür çok daha zengin, çok daha rafine bir noktada. Çünkü izleyici artık sadece bir konser dinlemek değil, sahnede neyin anlatıldığını, o anlatının nasıl bir mekânda ve hangi duyguyla aktarıldığını da önemsiyor. Bu da bizlere yepyeni yaratıcı alanlar açıyor. Genç kuşaklar artık çok daha bilinçli; uluslararası içerikleri takip ediyor ama aynı zamanda yerel bağlamla buluşmak istiyor. Bu çok güçlü bir sinerji yaratıyor.
Ben geleceğe çok umutla bakıyorum. Çünkü hem kültür üretimi hem izleyici ilgisi çok daha nitelikli bir hale geldi. Bugün Sónar gibi bir festivalin 9 yıl boyunca istikrarlı şekilde büyümesi, bunun en somut göstergelerinden biri. Yeni kuşaklar, kültür ve sanatla kurdukları bağ sayesinde hem bireysel hem kolektif olarak kendilerini çok daha iyi ifade ediyorlar. Bu da sadece festival dünyası için değil, genel olarak toplumsal kültür için de büyük bir kazanç.
Zorlu PSM olarak biz de tam bu noktada duruyoruz. “Dünyan değişsin” söylemimiz, yalnızca bir temenni değil; kültür-sanatın insanın iç dünyasında, düşünce biçiminde ve bakış açısında yaratabileceği dönüşüme duyduğumuz inancın bir ifadesi. Her etkinliğimizle, her festivalle bu değişimi tetiklemeyi hedefliyoruz.
Dediğiniz gibi günümüzde festivaller yalnızca bir müzik deneyimi sunmanın ötesinde sürdürülebilirlik ve toplumsal etki gibi kavramlarla da daha fazla ilişkilendiriliyor. Zorlu PSM olarak bu anlayışı nasıl benimsiyor ve uyguluyorsunuz?
Levent Dokuzer:
Günümüzde festivaller sadece eğlence değil, aynı zamanda kültürel, toplumsal ve çevresel sorumluluğun da taşıyıcısı. Zorlu PSM olarak biz de bu anlayışla hareket ediyor, kültür üretimini yalnızca içerikle değil, onu mümkün kılan süreçlerle birlikte düşünüyoruz. Sürdürülebilirlik bizim için yalnızca çevresel bir kavram değil; aynı zamanda uzun vadeli bir kültür politikası inşa etmenin anahtarı.
Sónar İstanbul gibi büyük ölçekli bir festivalde, bu vizyonu sahne planlamasından prodüksiyon süreçlerine, ekip yapısından içerik seçimine kadar her adımda gözetiyoruz. Festivalde görev alan yüzlerce kişilik ekibin çalışma koşullarından, sahne önü ve arkası cinsiyet dengesine, izleyici deneyiminden yerel üreticilerle kurulan iş birliklerine kadar her detay bu perspektifle şekilleniyor.
Ayrıca Zorlu PSM olarak yıl boyunca süren programlamamızda da toplumsal diyaloğu artıracak, erişilebilirliği destekleyecek ve yaratıcı endüstrilerde sürdürülebilirliği besleyecek içeriklere yer veriyoruz. Çünkü kültür üretimi dediğimiz şey, yalnızca ‘bir etkinlik yapmak’ değil; her etkinliğin arkasındaki niyeti, yöntemi ve etkisini de kapsayan bütünlüklü bir yaklaşım gerektiriyor.
Bu kadar yıl içinde pek çok festivalin içinde yer aldınız, birçok farklı izleyiciyle ve sanatçıyla aynı atmosferi paylaştınız. Bugün dönüp baktığınızda, bir festivalin sizde unutulmaz iz bırakmasını sağlayan şey nedir?
Levent Dokuzer:
Bende en çok iz bırakan anlar, sahnedeki sanatçının enerjisiyle izleyicinin tamamen senkronize olduğu, o akış hâlini hissettiğimiz anlar.
O an her şeyin doğru gittiğini anlarsınız ses, ışık, kalabalığın tepkisi… Aylar süren hazırlığın karşılığı gibi. Çok çalışıp çok yoruluyorsunuz ama sahnede o ânın gerçekten yaşandığını gördüğünüzde, her şey yerine oturuyor.
Kendinizi hatırlatmıyorsunuz, öne çıkmıyorsunuz ama bir şeyin iyi işlediğini, insanların mutlu olduğunu biliyorsunuz. Benim için o his yeterli.