1920’li yıllarda Amerika’da hızlı gelişen ekonomi dolayısıyla yükselen yaşam standartları toplumu aynı zamanda kültürel bir değişime de hazırladı. Ekonomi, müzik, sanat gibi alanlarda yaşanan hızlı gelişmeden dolayı ‘’Kükreyen Yirmiler (Roaring Twenties)’’ ya da bir diğer adıyla ‘’Yitik Kuşak’’ olarak da bilinen Caz Çağı, I. Dünya Savaşı sonrası Amerikan toplumundaki değişimi, kadınların sosyal yaşamdaki varlıklarının kabul edilmesi ve kendilerini sosyal hayatta da göstermelerini kapsar.
Dünya Savaşı’nın sonu, Amerika Birleşik Devletleri’nde ekonomik refah dönemini getirmiştir. Ülke hızlı bir sanayi büyümesi yaşamış, bu da yaygın tüketim ve otomobil, radyo ve film gibi yeni endüstrilerin yükselişine yol açmıştır. Hisse senedi piyasası, daha fazla Amerikalının yatırım yapmasıyla yükselmiş, ancak bu riskli spekülatif davranışlar sonunda Büyük Buhran meydana gelmiştir. Teknolojik yenilikler, Kükreyen Yirmileri tanımlamada kritik bir rol oynar. Henry Ford tarafından öncülük edilen otomobillerin seri üretimi, ulaşımı dönüştürmüştür ve kentleşmeyi kolaylaştırmıştır. Radyo ve sinema, eğlencenin merkezi haline gelmiş ve yeni kültürel normların yayılmasına yardımcı olmuştur. Bu ilerlemeler, dönemin dinamik enerjisinin lokomotifi haline gelmiştir. Kükreyen Yirmiler, ekonomik refah ve kültürel dinamizmle belirlenen, ancak sosyal gerilimler ve ahlaki belirsizliklerle gölgelenen bir on yılı simgeler. Modern Amerikan toplumunun temeli atılmış, modayı, müziği ve sosyal normları etkilemiştir. Ancak bu on yılın sonu, borsanın çöküşüyle Büyük Buhran’ı başlatarak bu refahın kırılganlığını da göstermiştir. Kükreyen Yirmiler, Amerikan tarihinde sembolik bir dönem olarak kalmaya devam ederken hem yeniliğin zirvesini hem de uçurumun kenarını temsil eder.
Amerikan Caz Çağı

Her ne kadar I. Dünya Savaşı sonrası yaşanılan zafer sarhoşluğu ile bir yenilik arayışı ve geçmişten özgürleşme çabası yaşansa da bu hızlı değişim, toplumu ve bireyleri Karl Marx’ın terimiyle ‘yabancılaştırmıştır’. Sosyal yaşamdaki bu hızlı değişimin önüne geçmek amacıyla o dönem Amerika’da uygulanan alkol yasağı da beklenilen sonucu vermemiştir. Bu yasaklamalara rağmen alkol tüketimi azalmamış, hatta aksine artmıştır. Çünkü insanlar gizli barlarda alkol tüketmeye başlamıştır. İşte caz, bu dönemde speakeasy adı verilen bu gizli barlarda çalan müziktir. Bu müzikle birlikte sergilenen özgür dans figürleri de caz kültürünün bir parçasını oluşturur. Afrika ve Avrupa müziklerinin bir karışımı olan melez bir müzik türü olarak ortaya çıkan caz, her ne kadar Afro-Amerikan kesimin üzerine atfedilse de ırksal etiketleri aşmayı başarmıştır.
Tıpkı bu müzik türüne eşlik eden dansta olduğu gibi cazda da doğaçlama önemli bir yer tutar. Çıktığı döneme dek süren müzik, dans ve eğlence kurallarını yıkan caz, gizlice barlarda çalınarak popülerleşerek dönemin alkol yasaklarına da bir başkaldırı olarak konumlanır. Her ne kadar caz, daha çok Chicago ve New York’ta popülerleşmiş olsa da ülkenin sınırlarını aşıp evrensel bir müzik türü haline gelmiştir. Caz Çağı’nda zevklere dayanan bir hedonizm çerçevesinde ihtişamlı partiler, lüks yaşamlar görülür ki bu da caz müziğinin özgürce ortaya çıkmasına zemin hazırlamıştır.
Saat yediyi vurduğunda orkestra sökün etmiştir; öyle beş kişilik eften püften olanlarından değil; obuaları, trombonları, saksafonları, viyolaları, kornetleri, küçük flütleri, alçak ve yüksek perdeden vurmalılarıyla gerçek bir orkestra. New York’tan gelen otomobiller araba yoluna beş sıra halinde park edilmişlerdir; holler, salonlar ve verandalar tuhaf yeni moda küt kesilmiş saçlar ve Kastilya’nın bile hayal edemeyeceği şallarla ana renklerden oluşan bir cümbüş içindedir çoktan.
F. Scott Fıtzgerald, Muhteşem Gatsby
I. Dünya Savaşı sonrası alkolün yasaklanması ile yasadışı bir şekilde gizlice barlarda alkol alındığı sırada bu ‘illegal’ tüketime eşlik eden caz, bu nedenle hem basın hem de bazı muhafazakâr kesimler tarafından hedef haline gelmiştir. Oysa caz müzik, döneminin hızlı değişen yapısını ve özgürlük arayışını yansıtmaktadır. Eleştirenler tarafından ise cazın doğaçlama doğası, müziğe aykırı olmakla suçlanmış ve New York Times gibi dergilerde caz aleyhinde kulak tırmalayıcı bir müzik olduğu yönünde başlıklar atılmıştır. Oysaki aslında bu doğaçlama hali, F. Scott Fitzgerald’ın deyimiyle ‘Caz Çağı’nın eskiyi reddederek yeni arayışına çıkan gençlerinin ruh halini göstermektedir.
Yaz gecelerinde komşumun evinden müzik sesi gelirdi. Mavi bahçelerinde erkekler ve kızlar, fısıltıların, şampanya ve yıldızların içinde pervaneler gibi gelip giderlerdi.
F. Scott Fıtzgerald, Muhteşem Gatsby
F. Scott Fitzgerald ve Muhteşem Gatsby’nin Anlattıkları

Ünlü ‘Benjamin Button’un Tuhaf Hikayesi’ filminin dayandığı ve ismini aldığı hikayenin Amerikalı yazarı F. Scott Fitzgerald, yazdığı birçok hikaye ve roman ile Caz Çağı’nı tüm gerçekliğiyle eserlerine yansıtmaktadır. 20. yüzyıl Amerikan edebiyatının en iyi romanlarından kabul edilen Muhteşem Gatsby kitabında da F. Scott Fitzgerald, Caz Çağı olarak da bilinen 1920’li yılların Amerika’sını, sabahın ilk ışıklarına dek caz eşliğinde dans edilen kalabalıkları, ihtişamlı partileri, insanların lüks giyimlerini ve coşkularını gözler önüne serer. Onun bu klasikleşmiş eseri, ekonomik refah, kültürel gelişme ve önemli toplumsal değişimlerle karakterize edilen Caz Çağı’nın özünü kapsar. Ancak Fitzgerald, bu kitabında Caz Çağı’nın çöküşünü de kitaptaki karakterlerin yaşadıkları üzerinden betimler. Bu göz kamaştırıcı dönemin sosyolojik yapısını ve insanlar arasındaki ilişkileri oldukça detaylı bir şekilde sunan Fitzgerald aslında ‘Caz Çağı’ terimini de popülerleştiren kişidir. Tüm bu ihtişama ve sosyal hayatta yaşanan gelişmelere rağmen Yitik Kuşak’ın yaşadığı buhranlara ve yabancılaşmalara dikkat çekmesiyle de bir noktada bu dönemin eleştirisini yapmaktadır.
Hem içinde hem dışındaydım, yaşamın durmak bilmez çeşitliliği karşısında hem büyüleniyordum hem de tiksiniyordum.
F. Scott Fıtzgerald, Muhteşem Gatsby
Muhteşem Gatsby kitabında her ne kadar partiler, gösteriş, abartılı giyimler, kadınların da tıpkı erkekler gibi artık alkol alabilmesi, özgürce dans edebilmesi ve partilere katılabilmesi ifade edilse de bir diğer yandan insan ilişkilerindeki yozlaşma, yabancılaşma ve eski değerlerden kaçış çabası göze çarpar. Kitapta bir dönem eleştirisi olarak, kalpten sevilmeyen biriyle bir hayat kurma, sevilen kişiye ulaşılamama, ilişkiler arasındaki engeller ve duygusal derinlikten yoksun ilişkiler yer almaktadır. Öyle ki kitaba ismini veren Gatsby karakterinin sevdiği kişiye ulaşması için bile ihtişam, abartılı partiler, gösterişli giyimler ve abartı lüks bir ev ile dikkatini çekmesi gerekmektedir.

F. Scott Fitzgerald’ın Muhteşem Gatsby kitabı beyaz perdenin de her zaman ilgisini çekmiştir ve sinema sahnesine defalarca kez uyarlanmıştır. Bunlardan ilk akla gelenleri ise senaryosuna ve ismine bağlı kalarak 1974 yılında çekilen Robert Redford’un Gatsby’i canlandırdığı yapım ve 2013 yılında vizyona giren kitabın kahramanı Gatsby’e bu sefer Leonardo DiCaprio’nun hayat verdiği versiyonudur. Hem kitapta hem de filmlerde Muhteşem Gatsby her ne kadar bir aşk hikayesi çerçevesinde ilerliyor olsa da Caz Çağı toplumunun davranışlarını, isteklerini ve korkularını da açıkça yansıtmaktadır. Gatsby karakterinin, bu Amerikan Rüyası’nda kendi kendini sıfırdan Caz Çağı’na uygun bir yaşam içinde konumlandırması ve tüm bu ihtişamı sevdiği kişiye ulaşmak için yapması bir yandan okuyucuya bir aşk teması sunarken diğer yandan da bu yaşam tarzının yapaylığını gözler önüne serer. Gatsby’nin partilerinin ihtişamı ve malikanesi, Amerikan rüyasının hayali doğasını temsil eder. Oysa lükslüğe ulaşmış olmasına rağmen Gatsby’nin hayatı gerçek bağlardan ve memnuniyetten yoksundur. Bu kitabın da filmin de her anında Gatsby karakterinin bu ihtişam ve abartılı partiler, lüks kıyafetler içinde mutlu olmadığından da anlaşılır.

Muhteşem Gatsby, zenginlik ve materyalizm aracılığıyla mutluluk vaat eden ancak yalıtım ve hayal kırıklığı sunan bir dönemin eleştirisidir. Fitzgerald’ın Caz Çağı portresi, denetimsiz büyümenin ahlaki ve sosyal sonuçlarına dair bir uyarı niteliği taşır. Bu nedenle anlatı, Amerikan Rüyasının geçici doğası üzerine dokunaklı bir yansıma olarak bugün hala neredeyse bir yüzyıl önce olduğu kadar etkileyicidir.
Kapak Fotoğrafı: Au Revoir – George Barbier, 1924