Hayalî hayvan başlı karakterlerin, yarasaların, ağaç insanların ve maskeli pop-up kızlarının teröristlerle bir araya geldiği karnavelesk bir evren düşünün. İşte Kanadalı sanatçı Marcel Dzama’nın mürekkebinden dökülenler, halk sanatının, sanat tarihinin, mitolojinin ve çocukluk fantezilerinin günümüz dünyasının masalları ile harmanlandığı bir nadireler kabinesi gibi.
Maskeler, kostümler, ritüel nesneleri, kolektif ve ritmik hareketler ile görselleştirilen hayal ve gerçek arasında kalan bu eşik dünyada dans, dövüş ve oyunun tehditkâr bir koreografiye döküldüğü hikâyeler anlatılıyor. Kimi zaman aynı karakterlerin desenden desene atladığını, intikam meleği, maskeli kahraman, savaşçı ya da dansçı kılığında desenler arasında gezindiğini görüyoruz. Marcel Dzama bu durumu şöyle ifade ediyor:
Evet benim dünyamın kendi mitolojisi var ama bu mitoloji sürekli değişir. Kendi kurallarını yıkar. Bir desen serisinde bir şeyi simgeleyen imge bir başkasında bambaşka bir şeyi simgeliyor olabilir. Aynı karakterlerin yaşadığı başka bir dünya gibi ya da her filminde aynı aktörleri oynatan bir yönetmen gibi.
Dzama, ilk ilham kaynakları arasında Inuit sanatını, özellikle Nancy Pukingrnak Aupaluktuq’un eserlerini, çizgi filmlerdeki süper kahraman ve haydut tasarımlarını, William Blake ve Francisco de Goya’nın eserlerini ve 1974’te doğduğu Kanada’nın Winnipeg şehrinin faunasıyla büyümesini sayar. Winnipeg’in uçsuz bucaksız karlı manzarasından etkilenen ilk dönem eserleri kimi zaman bir hikâye kitabını andırıyor gibi görünse de hassas bir şiddet içerir. Beyaz bir kağıt parçasının üzerinde sadece birkaç karakterin olduğu bu minimal eserlerin arka planına Winnipeg’in genellikle oldukça düz ve yalın, alabildiğine uzanan beyaz bir bozkır manzarası eşlik eder. New York’a taşındıktan sonra bunun Winnipeg manzarası olduğunu fark eden Dzama, ayrılana kadar Winnipeg’in aslında her yerden ne kadar farklı olduğunun ayırdına varamadığını, o an için zaten efsanevi olan hikâyeleri anlattığını düşünür.

Dzama’nın tarzı gelişmeye devam ederken bile güçlü bir bağ sürdürdüğü kendi gençliğinden büyük ölçüde etkilenmiştir. Çalışmaları, büyüdüğü, üniversiteye gittiği ve sonunda birkaç arkadaşıyla birlikte Royal Art Lodge iş birliğine katılarak kariyerine başladığı Winnipeg kökenlerine atıfta bulunur. Dzama çağdaş sanat üretiminin çevresinde yer alsa da, Winnipeg’de yetişmek dünyaya dair kendi benzersiz bakış açısını sağlamıştır. Gerek sonu gelmeyen izole ve soğuk kışlar, gerekse coğrafi uzaklık Dzama’da bir dünyadan kopukluk hissi yaratmıştır. Belirli bir yerin veya zamanın ötesinde, bembeyaz bir boşlukta yüzen karakterleri, doğrudan Dzama’nın bu hissinin ve hayal gücünün birer yansımalarıdır
Ay Işığı, Yarasalar ve Tavşanlar
Genç bir insan olarak yaşadığı deneyimlerin sanatsal yaklaşımını ve görsel kelime dağarcığını oluşturmakta ne kadar önemli olduğunu açıklamayı seven Dzama sanatın zor zamanlarında ona yardımcı olduğunu söyler. Yoksul bir işçi sınıfı evinde, anne-babası çalıştığı için sürekli yalnız kalan bir çocuk olarak büyüyen Dzama’nın pek de masraf gerektirmeyen hobisi çizimdir. Winnipeg’in sert kışları geriye sadece kapalı alanda yapılabilecek aktiviteler bıraktığından, kendisini okuldan eve geldiği andan uyuyuncaya kadar çizim yapmaya adayan Dzama için sanat, kesinlikle o soğuk kışlardan bir kaçıştır.

Ergenlik çağında, maalesef talihsiz bir şekilde evleri yanar. O sıralar Winnipeg’deki Manitoba Üniversitesi’nde sanat öğrencisi olan Dzama’nın BFA sunumuna hazırlık olarak aile evinin bodrumunda sakladığı bir dizi büyük resmin yanı sıra ebeveynlerinin eşyalarının çoğu ile birlikte Dzama’nın evcil tavşanı da yok olur.
Sigorta şirketinin onları havaalanının yakınındaki bir otele yerleştirmesiyle otel odasındaki kırtasiye malzemelerine çizim yapmaya başlayan Dzama hayalet tavşanlar, ev yangınları ve oteldeki insanları çizer. Hayatının dibe vurduğu bu dönemi çizim yaparak atlatan Dzama o günleri şöyle anlatıyor:
Birdenbire bir oteldeydim, temelde etrafta gezinebileceğim küçük bir alana sahiptim. Bütün zamanımı yatağımda çizim yaparak geçirdim, en azından sanat kariyerimin başlangıcında gördüğünüz şeylere dönüşen bu küçük çizimleri yaptım. Hepsi boş bir arka plan üzerinde, bir veya iki karakterin sürrealist şeyler yaptığı çizimlerdi. Çok iç karartıcıydı ama aynı zamanda sizi geride tutacak hiçbir şeyin olmaması da çok özgürleştiriciydi. Hiçbir mülkiyet yoktu.

Dzama’nın hayalet tavşanları desenlerinde gezinedursun, yangında kaybettiği şeylerden biri de 8 yaşındayken büyükannesinin ona Hawai’den getirdiği, seramikten yapılma, bir tarafında mutlu diğer tarafında ise üzgün bir yüz olan maskedir. Dzama daha küçücük bir çocukken bile Winnipeg Sanat Galerisi’ndeki ahşap İnuit maskelerine ve büyükannesinin ona verdiği bu Yunan tiyatrosu maskesine ilgi duyar. Çocukken evde kısa kukla filmleri çeken Dzama, kamera kayda girdiğinde kız kardeşi ve babası gülmeyi bırakamadıkları için yüzlerini örtmek maksadıyla onlara kağıt hamurundan maskeler yapar. Rol yapamasa bile kostüm giyen ya da maske takan herhangi birini oynatabileceğini farkeden Dzama, desenlerinde sıklıkla kullandığı maske arketipi için şöyle der:
Maske özgürlüktür, anonimliktir, yeni bir kimlik veya cinsiyettir ve bizi öbür dünyaya bağlar.
Dzama’nın eserlerinde yinelenip duran belirli figürler ve hayvanlar olarak karşımıza çıkan arketipler aslında onun tuhaf çocukluk çağrışımlarının bir izdüşümüdür. Bunlardan biri olan ayı figürü, kuzenleriyle ormanda karşılaştıklarında gördüğü iki siyah ayıdan ilhamını alır. Normalde çöplük alanı civarında görülen ayılarla bu beklenmedik karşılaşma muhtemelen onun çocuk zihninde büyüleyici bir yer edinmiştir. Birçok kültürde ayı, hem evcilleşmemiş doğayı hem de kaba gücü temsil eden sembolik bir ağırlığa sahip olsa da, Dzama’nın evreninde genellikle gizemli gözlemciler oldukları, hatta kimi zaman tuhaf ritüellere katıldıkları görülür.
En çok karşılaştığımız arketiplerden biri olan yarasaların da ilginç bir hikâyesi vardır. Küçükken gittikleri okul hızla genişlemeye başlayınca eklenti olarak konulan römorkların alt kısımları öğrenciler bu yapıların altına girmesin diye ağ ile kapatılır. Dzama ve arkadaşları bir gün bu ağları koparmaya kalkıştıklarında altlarından uçuşarak yarasalar çıkar. O zamana kadar Winnipeg’de yarasa olduğunu bile bilmeyen küçük bir çocuğun aklında kolaylıkla yer edinen bu anı, yarasa arketipinin çıkış noktasını oluşturur. Böylelikle o günden sonra yarasalara kafaya takan ve hali hazırda 1960’ların Batman’inin tekrarlarıyla büyüyen Dzama da bunu sıklıkla desenlerinde kullanır.

Marcel Dzama’nın arketiplerinden biri olan ay da ilhamını bir Fas gezisinden alır. Dünyanın aya en yakın olduğu ve pembe ay adı verilen oldukça büyük bir dolunayın olduğu zamana denk gelen bu seyahatte Dzama şimdiye dek ayı hiç bu kadar büyük görmemiştir. Ay ile tuhaf bir yakınlık kuran ve araba kullanırken dahi sanki onun tarafından takip edildiğini hisseden Dzama, çizimlerine ayı da dâhil etmeye başlar ve bu tuhaf bağlantı sonraki desenlerinde kendini gösterir. Ama onunki sıradan bir ay değildir. Tıpkı takıntılı olduğu, çocukluğunda izlediği ilk film olan Méliès’in filmi Ay’a Yolculuk filmindeki gibi bir yüze sahiptir.
Direnişin Görsel Dili
Marcel Dzama’nın hem çekici hem de rüya benzeri bir huzursuzluk barındıran eserlerinin tuhaf yüzeylerinin altında, politika, güç ve direnişe dair bir diyalog mevcuttur. Dzama’nın çalışmaları sürreal anlatılar yoluyla hepimizin içinde bulunan kaygılara dokunan ve yerleşik normları sorgulatan içgüdüsel ve sembolik bir düzeyde işler. Dzama’nın sanatındaki teatralite, siyasi gerçeklerin inşa edilmiş doğasına da işaret eder. Kukla gösterilerini veya sessiz filmleri andıran kurgulanmış sahneleri, gücün genellikle performans ve özenle hazırlanmış anlatılar yoluyla nasıl sürdürüldüğünü vurgularken izleyicileri de kendilerine sunulan bu anlatıları sorgulamaya davet eder. Ancak mesajlarının dolaylı kalmasını ve izleyicilerin çalışmalarının zengin katmanlarında kendi anlamlarını bulmalarını tercih eden Dzama, geri çekilmeyi ve izleyicinin ne göreceğine kendisinin karar vermesine izin vermeyi tercih ettiğini söyler.
Dzama izleyicileri güç, kontrol ve direniş potansiyeli hakkında kendi endişeleriyle yüzleşmeye teşvik eden bir düşünce alanı yaratır. Eserlerinin rahatsız edici güzelliği de bilinçaltına dokunarak, siyasi manzaranın altında yatan çoğu zaman söylenmeyen gerilimlerle yankılanan bir huzursuzluk duygusu uyandırma yeteneğinden ileri gelir. Giderek daha da kaygılandıran siyasi mesajlar ve gelecek tehditleri ile dolu bir dünyada yaşayan Dzama kendini sanat yoluyla nasıl sağalttığını şöyle dile getiriyor:
Ne yazık ki haberleri takip ediyorum, politik olan sanatın çoğu neredeyse o gün sindirdiğim şeylerin bir şeytan çıkarma ayini. O çizimde onu dışarı atıyorum ve böylece geceleri ne kadar korkunç olduğunu düşünmeden uyuyabiliyorum. En azından öylece bırakıp gitmek yerine onunla bir şey yapmışım gibi hissediyorum. Sanat gerçekten bir şeyleri değiştirebilir mi bilmiyorum ama en azından bir kişinin zihninde bir değişiklik yaratabilir, yani bu bakış açısı var. Tabii gerçekçi olmak gerekirse zihni değişmesi gerekenler muhtemelen sanatla ilişki kurmuyor.
Dzama’nın tarihi ve edebi referanslarla olan etkileşimi de, siyasi alt metinlerine bir katman daha ekler. Eserlerinde Sürrealizm ve Dadaizm gibi kanonik sanat tarihi hareketlerinin yanı sıra, yerel halk kültürü, Sovyet Agitprop illüstrasyonları, 1960’ların Hong Kong posterleri ve hatta erken sinemanın yankıları bulunabilir. Francisco Goya, William Blake ve Francis Picabia gibi sanatçılardan da oldukça etkilenen Dzama için ayrı bir yeri olan Marcel Duchamp’ın ve onun satranca olan ilgisinin izlerini de eserlerinde sürmek mümkündür.
Dzama güç mücadelelerinin döngüsel doğasını ve insanın direnmeye yönelik dürtüsünü vurgulayan bu metinlerarasılık ile, çağdaş kaygılarını sosyal ve siyasi çalkantıların yaşandığı tarihi anlara bağlar. Örneğin Dadaistlerin iktidardakilerle alay etme biçimi hakkında şöyle der:
Ben her zaman Dadaistlerden, onların sanatta mizah kullanımlarından etkilendim. Şimdi, onların Birinci Dünya Savaşı’ndan duydukları tiksintiyle, benim bu yönetimin tüm ikiyüzlülüklerine, ırkçılıklarına ve tam anlamıyla suç faaliyetlerine duyduğum tiksinti arasında bağ kurabiliyorum.
Tıpkı Dadaistlerin bir asır önce Avrupa’da yükselen milliyetçilik ve Birinci Dünya Savaşı’nın dehşetleriyle başa çıkmak için saçmalığı kullanmaları gibi Dzama da bazen sistemin ne kadar saçma olduğunu göstermek için onunla dalga geçmek gerektiğini söyler.
Dzama’nın dikkatleri üzerine çeken politik parçalarından biri de, New York Times’ın COVID’den ölen insanların bir listesini yayınladığı sayfanın üzerine yaptığı çizimdir. O gün golf oynamaya giden Trump’ı bu listenin üzerinde golf oynarken çizer ve aynı gün yayınlar. Haliyle oldukça ses getiren bu gönderiye CNN ve pek çok platform tarafından röportaj talebi gelirken, Trump taraftarları da öfkeden köpürür.

Diktatörleri bir nevi bu dünyanin öcüleri, canavarları gibi gören Dzama, oligarşi tarafından nasıl kandırıldığımızı alegorik bir şekilde yansıtır eserlerine. Örneğin oğul Bush yönetime geldiğinde, oylar sayılırken tam olarak delinmemiş pusulaların geçersiz sayılmasıyla aslında oylamanın Pinokyo tarzı bir kukla tiyatrosuna dönüştüğünü simgeleyen bir kukla tiyatrosu yaparak masallarla siyasi unsurları harmanlamaya çalışır.

Gerçekliğin çarpıtıldığı, gerçeğin özüne ulaşmanın giderek güçleştiği bir dünyada, hep birlikte içinde bulunduğumuz düzene karşı galip gelmek ya da kaybetmek arasında sürekli maruz kaldığımız o uğursuz hissi yüzeye çıkaran bu eserler bize gerçeği vadeder. Marcel Dzama, gerçeği söylemekten ve göstermekten çekinmeksizin yapar bunu. Kimi zaman tuhaf, kimi zaman ürkütücü, kimi zaman yadırgatıcı bir şekilde olsa da günün sonunda gerçeğin kendisidir mürekkebinden dökülen. Ne de olsa kendi eserinin başlığında da belirttiği gibi, dünyayı kötülük yapanlar değil, onları hiçbir şey yapmadan izleyenler tahrip edecektir.

Pera Müzesi’nde Ay Işığıyla Dans
Kendine özgü görsel dili ve yaratıcı hayal gücüyle çağdaş sanat dünyasında önemli bir yere sahip olan Marcel Dzama’nın sürreal desenlerinin, sadece kağıt üzerinde değil, heykel, kolaj, film, müzik videoları, sahne prodüksiyonları, dergi ve albüm kapakları gibi pek çok farklı disiplinde hayat bulduğunu söyleyebiliriz.
Sanatçı, Spike Jonze, Dave Eggers ve Raymond Pettibon gibi Kuzey Amerika’nın en önemli yaratıcılarından bazılarıyla iş birliği yapmasının yanı sıra New York City Balesi için de kostüm ve sahne tasarımları hazırlamıştır. Tasarladığı albüm kapakları arasında da Beck’in Guero ve They Might Be Giants’ın The Else albümleri vardır. Harikulade derecede ürkütücü ve hassas bir şiddet içeren eserleri MoMA, Tate ve Guggenheim gibi müzelerin kalıcı koleksiyonlarında yer alır.
Sanatçının, Türkiye’deki ilk kişisel sergisi olan “Marcel Dzama: Ay Işığıyla Dans-Arkadaşı Raymond Pettibon’dan küçük bir yardımla” 17 Ağustos’a kadar Pera Müzesi’nde sanatseverler ile buluşuyor. Dzama’nın yadırgatıcı ve karnavalesk evreninde, otoriter yönetimlerin, çevresel yıkım ve savaşların sebep olduğu felaketlere tanıklık ederken, aynı zamanda Dzama’nın Raymond Pettibon’la birlikte ürettikleri eserleri de görme şansı mevcut.

Serginin küratörü Alistair Hicks sergi için kaleme aldığı metinde, Dzama’nın bir yandan lirik, sihirli, bazen de resmen acayip hikâyeler anlatsa da, sersemletici enerjisinin temelinin savaşa, savaşın nedenlerine ya da en azından tetikleyicileri olan popülistlere ve diktatörlere karşı olmasından ileri geldiğini dile getiriyor.
Dzama’nın Camus’nün “Özgür olmayan bir dünyayla başa çıkmanın tek yolu, varlığınızın kendisi bir başkaldırı hareketi hâline gelene dek özgürleşmektir” düsturundan hareketle bizi diktatörlere karşı koymaya çağıran, savaşın saçma tüketim zorbalığını gösteren resimler yaparken despotların dikkatimizi nasıl da dağıttığını gösterdiğini belirtiyor. Marcel Dzama’nın desenleri kimi zaman fısıldayarak, kimi zaman ise haykırarak otoriter rejimlerin bizi savaşa yönlendirmesine izin verdiğimiz için nasıl da çevremizi yok ettiğimizi ve aslolanın elimizdeki kırık dökük gezegeni ve geleceğimizi kurtarmaya çalışmak olduğunu bir kere daha hatırlatıyor. Gerçek savaşımız gezegen ve geleceğimiz için olmalıdır. İyi günlerin geleceğinden emin bir şekilde hak, hukuk ve özgürlük için mücadeleye devam etmeliyiz. Zira mücadele artık bir seçenek değil, ulaşılması gereken daha iyi bir geleceğe giden tek yoldur.

Kapak Görseli: It wasn’t his favorite dictator that met him at the gates of hell, but Stalin was in his top five – Marcel Dzama, 2025