Karl Marx ve Friedrich Engels’in birlikte kaleme aldığı Komünist Manifesto “Avrupa’da bir hayalet dolaşıyor- komünizm hayaleti” cümlesiyle başlıyordu. 1991 yılında ise Sovyetler Birliği ile birlikte birçok sosyalist rejimin çöküşünü takiben Amerikalı siyaset bilimci Francis Fukuyama sahneye çıkarak tarihin sonunun geldiğini, iki kutuplu dünyanın nihayet son bulduğunu savunarak kapitalizmin ve liberal demokrasinin mutlak zaferini ilan etti. “Tarihin Sonu ve Son İnsan” adlı kitabında Fukuyama, Batı liberal demokrasisinin nihai hükümet biçimi ve evrensel bir hegemonya olduğunu, başka hiçbir biçimin onu geçemeyeceğini ve insanlığın ideolojik evrimin son noktasına ulaştığını iddia etti.
Derrida ise 1993 yılında yayınladığı eseri Marx’ın Hayaletleri (Spectres de Marx) ile Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin (SSCB) dağılma sürecinden hareketle tarihin sonunu ilan edenlere karşı bir yanıt ararken, özellikle Fukuyama’nın 1989 tarihli “Tarihin Sonu ve Son İnsan” başlıklı makalesini yapıçözüme uğratarak, Marx’ın hayaletleri var olduğu sürece Marksizmin ölüm ilanının geçersiz olacağı fikrini ortaya atmıştır.
Derrida, Marx’ın tarih tasarımının komünizmin kül yığınına dönüşmesi ile sona eremeyeceğini, tarihin hayaletlerinden bir anda kurtulamayacağımızı öne sürer. Tarihteki yanlışlar düzeltilmediği ve daha adil bir yaşam sunulmadığı müddetçe, Marx’ın hayaletlerinin gölgeleri toplumun üzerinde dolaşmaya devam edecektir. Derrida için hayalet, geçmişin şimdiki zamana sızması, bir nevi geri dönüşüdür. Onlar, metinlerin, ideolojilerin ve kurumların içinde gizli kalan, ancak sürekli olarak yeniden ortaya çıkan geçmişin izleridir.
Marx için ise hayalet daha ziyade toplumsal ve ekonomik ilişkilerin içinde gizli kalan bir tür ideolojik güçtür. Marx’a göre, kapitalizmde üretilen mallar, aslında toplumsal ilişkilerin bir ürünüdür. Ancak bu ilişkiler mallara yansıtıldığında, sanki doğal ve kaçınılmazmış gibi görünürler. Bu da, Marx’ın “meta fetişizmi” olarak adlandırdığı bir durum yaratır. Meta fetişizminde, insanlar, ürettikleri malların arkasındaki toplumsal ilişkileri görmezden gelirler ve bu mallara sanki kendi başlarına bir güçleri varmış gibi taparlar. Bu bağlamda hayaletler, bu gizli toplumsal ilişkilerin bir metaforu olarak düşünülebilir.
Derrida ve Marx’ın hayalet kavramları, farklı disiplinlerden gelmelerine rağmen ortak bir noktada buluşurlar: İkisi de bu kavramı, gerçekliğin yüzeyinin altında gizli kalan daha derin yapıları ortaya çıkarmak için kullanırlar.
Hayalet çoğu zaman görünmez olsa da, aslında etimolojik açıdan bakıldığında, Latince spectrum (görünüm) ve specere (bakmak) kelimelerinden türeyen Fransızca spectre (hayalet) görünürlülükle ilişkilidir ve nitekim sınırda gezinen bir form olarak belirli noktalarda belirir.
Derrida travma mağdurunun silmeye çalıştığı ama başaramadığı bir anı gibi, hayaletlerin tekrar tekrar bizi rahatsız etmek için geri geldiğini söyler. İnsanlığın sonunu getiren kapitalist döngüyü kırmak adına ihtiyaç duyulan şeytan çıkarma işlemine başlamanın tek yolu bu hayaletler ile yüzleşmektir. Bu noktada hayaleti görünür kılmak, kapitalizmin görünmezliğini ortadan kaldırmak gerekir.
Viktorya Dönemi İngiltere’sinde Kıtlık Hayaleti
Aslına bakılırsa Komünist Manifesto’nun başındaki hayalet metaforunun, Charles Dickens’ın Bir Noel Şarkısı (A Christmas Carol) ‘ndaki hayalet metaforlarından hemen sonra kullanılmasının bir tesadüf olmadığını düşünmek mümkündür. Her ikisi de, Sanayi Devrimi’nin özellikle Londra sokaklarına getirdiği sefaleti ve çarpıcı eşitsizliği odak noktasına taşıdıkları eserlerini birkaç yıl ara ile tamamladılar. 1843 yılında ilk baskısı yapılan Bir Noel Şarkısı’nı takiben, 1848 yılında da Komünist Manifesto yayınlandı.
1840’larda, bu sefer göz ardı edilmesi oldukça güç bir hayalet, kıtlık hayaleti İngiltere’nin üzerinde dolaşıyordu. İngiltere döneme “Aç Kırklar” adını veren ve fakirler arasında büyük bir sefalete yol açan ekonomik bir buhran yaşıyordu. Napolyon Savaşları’nın sona ermesinden sonra, ucuz yabancı tahılın İngiliz pazarını dolduracağından ve yerli üreticilerin mali açıdan sıkıntı çekeceğinden korkulduğu için 1815 yılında ithal tahıla uygulanan bir dizi tarife ve ticaret kısıtlamasını içeren Tahıl Kanunları (Corn Laws) yürürlüğe girmişti. Uygulanan yüksek tarifeler, yerli tedarikler yetersiz olduğunda bile tahıl ithal etmeyi çok pahalı hale getirdi. Toprak sahiplerine fayda sağlasa da, temel gıda maddesi olan ekmeği karşılamakta zorlanan yoksullar üzerinde yıkıcı bir etkiye sahip olan bu kanunlar 1846 yılında yürürlükten kaldırıldı.
Ülkenin içinde bulunduğu bu kitlesel sanayileşme sürecinde, aileler aşırı kalabalık şehirlere akın ederek, artan istihdam talebini karşılamaya çalışıyorlardı. Kırsal kesimlerden şehre akın edenler yaşadıkları yetersiz ve kötü koşullar yüzünden bulaşıcı hastalık oranlarını artırdılar. Londra’da hastalık, duman ve yoksulluktan etkilenen ölüm oranları kırsal kesimdekinden çok daha yüksek oldu ve bu uçurum onlarca yıl sürdü.
Viktorya dönemi boyunca İngiliz yazarlar endüstriyel ilerleme, aşırı nüfus, yoksulluk ve ekonomik eşitsizliklerin sebep olduğu politik ve sosyal sorunları ele almak için açlık tasvirlerini kullandılar. Özellikle Noel gibi bayram ve kutlama havasının hakim olduğu dönemlerde, toplumun zengin ve fakir kesimi arasındaki keskin ayrım daha da görünür oluyordu.
“Starvation in Victorian Christmas Fiction” makalesinde Tara Moore, Noel edebiyatının kötü yönetilen bir ekonomiyi düzeltmeye çalışmasının yiyeceklerin tuhaf para birimi aracılığıyla olduğunu söyler. Aile ziyafetlerinin rahatlatıcı anlatılarını ve sevilen bir bayrama dair leziz övgüleri görebileceğimiz yerin aslında bir “açlık geçidi” olduğunu ve Noel kutlamalarını işaret eden bollukla ilgili basmakalıp imgelerin ardında daha derin bir şeyin gizlendiğini belirtir.
Noel açlığının daha bilindik bir örneği Charles Dickens’ın klasik eseri Bir Noel Şarkısı’nda görülebilir. Kitabın ana karakteri Ebenezer Scrooge, çalışanı Bob Cratchit’in ailesinin yoksulluğuyla yüzleşir ve Noel’in Şimdiki Zaman Hayaleti tarafından ziyaret edildiğinde, Cehalet ve İstek adlı iki çocuk ruhun cübbesinin altında gizlenir. Moore’a göre bu, Dickens’ın ifşa etmek için mücadele ettiği Viktorya toplumunun yalanını sembolize eder: açlık ve yoksulluk İngiliz orta sınıf kurumlarının cilasının hemen altında gizlenmiştir. Bu aslında yukarıda bahsettiğimiz gerçekliğin yüzeyinin altında gizli kalan yapının ta kendisidir.
Dickens ve Bir Noel Şarkısı’nın Ortaya Çıkışı
1843 yılında Noel’in, modern zamanlarda bilindiği gibi en neşeli ve coşkuyla kutlanan bayram olmadığını akılda tutmak gerekir. Viktorya dönemi toplumu yoğun endüstriyel yaşamlarına gösterişli kutlamalar getirmek konusunda çekimserlerdi. Ama bu, birkaç hafta içinde değişecekti. Dickens’ın son romanı Martin Chuzzlewit’in Hayatı ve Maceraları’nın satışları o kadar kötüydü ki, yayıncıları maaşını düşürmekle tehdit ediyordu ve Dickens da acil nakit ihtiyacı içindeydi. İflasla karşı karşıya kalınca bir an için kurgu yazmayı tamamen bırakmayı düşünse de tam tersine kendini toparladı ve altı hafta gibi kısa bir sürede, onu yalnızca halkın gözünde eski haline getirmekle kalmayıp, o zamanlar ikinci sınıf bir tatil olan Noel’in takvimin en önemli kutlamasına dönüşmesini sağlayan bir kitap yazdı. Dickens’ın verdiği bu Noel hediyesini İngiliz halkı severek bağrına bastı.
Dickens, Bir Noel Şarkısı’nın yayınlanmasıyla sadece kişisel bir mali zafer elde etmeyi amaçlamıyordu. Aynı zamanda çağdaş kamusal tartışmalara bir “balyoz darbesi” vurmak istiyordu. Eser her ne kadar okuyucuya Noel sezonuna dair coşku, şefkat ve neşeyle dolu karakteristik bir anlatı sunsa da, aslında çocukken Dickens’ın kendisinin de bizzat deneyimlediği servet eşitsizliği, emek adaletsizliği ve işçi sınıfının karşılaştığı sert gerçekliklere karşı eleştirel bir patlama olarak yaratılmıştı.
Kapitalist endüstrileşmenin alegorik bir eleştirisi olarak görülebilecek hikayedeki dört hayalet, kapitalist üretim sisteminin insanları nasıl tükettiğini ve sermaye sahiplerini bile anlamlı varoluştan nasıl mahrum bıraktığını açığa çıkarmak ve açıklamak işlevini yerine getirir.
Kitaptaki ilk hayalet karşılaşması, yedi sene önce ölen ortağı Jacob Marley’nin Scrooge’a musallat olmasıyla gerçekleşir. Marley’in hayaletinin görevi, ölümün bir sondan ziyade bir köprü olduğu ve ölümden sonraki yaşamın kalitesinin insanın yaşarkenki seçimleri ve yeryüzünde seçilmiş amaçları tarafından belirlendiğini kanıtlamaktır. Marley’in hayaletine göre, kişinin hayatına atfedebileceği amaç, kişinin kendini adadığı ticari uğraşlardan ziyade sosyal refah etrafında dönen iyi niyete dair olmalıdır.
Marley’nin Scrooge’a kendisinden sonra onu ziyaret edeceklerini haber verdiği Noel’in üç ruhu daha vardır. İlk ruh olan Noel’in Geçmişi Ruhu, Scrooge’un hüzünlü çocukluk travmalarını ve kayıp fırsatlarını çağrıştırak ona gitmediği yolu hatırlatır. İkinci ruh olan Noel’in Şimdiki Ruhu, yoksulluğun ve ıstırabın acımasız gerçeklerini ortaya çıkarır ve Scrooge’u kayıtsızlığının sosyal sonuçlarıyla yüzleşmeye zorlar. Ve son ruh olan ürkütücü Noel’in Geleceği Ruhu, onu değişime zorlayan ürkütücü bir önsezi ile Scrooge’un ruhunun sonsuz lanetlenmeye mahkum olduğu olası geleceğe bir bakış sunar.
Derrida insanın doğduğu günden başlayarak yanlışı onarmak için ona bir sorumluluk yüklendiğini ve birden çok hayaletle hesaplaşmadan da mirası alamayacağını söyler. Sorumluluk sadece insana karşı da değildir, “ister zaten ölmüş, ister henüz doğmamış olsunlar hayaletlere karşı bir sorumluluk”tan söz etmek gerekir. Hayaletlerle konuşma, bu hayaletler ister kapitalist, ister sömürgeci, isterse de totaliter çatışmaların kurbanlarının hayaletleri olsunlar adalet adına gerçekleşir.
Scrooge’un her bir hayaletle karşılaşması aslında kendi mirasıyla yüzleşmesi açısından adalet arayan içsel bir mahkemedir. Hayaletler Scrooge’un geçmişini, şimdisini ve geleceğini bir kefeye koymuşlardır ve bu sefer ağır basanın madeni paraları değil, aldığı yanlış kararlar neticesinde kötücül bir şekilde evrilen hayatı olduğunu görmüştür. Hayaletler hayatının belli evrelerinden örnekler göstermek suretiyle ona adil bir yargılama sunmuşlardır. Ve nihayetinde kendisine musallat olan bu hayaletlerin ona işaret ettikleri yolda Scrooge fazlasıyla cömert ve yardımsever olmayı ilham edinerek kendi kurtuluşunu bulmuştur.
Scrooge’un yardım elini uzatmak istediği yoksul kesim her ne kadar bireylerden ve hükümetten ciddi derecede yardıma ve hayırseverliğe ihtiyaç duysa da, aksini düşünenler de vardı. Ekonomist Thomas Malthus, 19. yüzyılın başlarında hayırseverliğin boşuna olacağını öne süren Nüfus İlkesi Üzerine Bir Deneme (1798) adında bir nüfus teorisi yayınlamıştı.
Gıda maddelerinin arzının aritmetik bir süreçle yavaşça, nüfusun ise geometrik bir süreçle hızla arttığını gözlemleyen Malthus, refah dönemlerinde insanların sadece daha fazla çocuk sahibi olacağını ve yakında tekrar onları besleyecek yiyecekten daha fazla doyurulacak ağız olacağını düşünüyordu. Açlık ve ölüm, nüfusu yalnızca geçimlik düzeye indirecekti. Bu nedenle hem özel hayırseverliğin hem de yoksullara yönelik kamusal desteğin etkisiz veya daha kötü olabileceği sonucuna varmıştı.
Teori tam da Scrooge’un dahil olduğu zengin sınıflara, hayırseverlik dağıtmanın maliyetinden kaçınmak için altın değerinde bir bahane sunuyordu. Dickens, her ne kadar tüm oklarını Malthus’a yöneltse de, ona doğrudan saldırmak yerine, dahiyane bir şekilde, bunu kendisini küçük düşürecek derecede cimri ana karakteri üzerinden yapar.
Noel arifesinde kendisinden yoksullar için sadaka isteyen iki beyefendi, bağış toplamak üzere Scrooge’u ziyaret ettiğinde, o meşhur bir şekilde “Hapishaneler yok mu?” diye sorar. Aldığı olumlu cevap üzerine devam eder: “Ve düşkün evleri? […] Hala faaliyette mi? […] O zaman Treadmill ve Yoksulluk Yasası tüm hızıyla devam ediyor?” Zaten bu kurumları desteklemek için vergi ödediği için, “Aylakları şenlendirmeye kesem elvermez. Demin sözünü ettiğim kuruluşlara yeteri kadar yardım yapıyorum, ki bu da zaten bana pahalıya mal oluyor. Zorda olanlar oralara gitsinler” der. Çoğunun gidemediğini ve bazılarının da ölmeyi tercih ettiğini duyduğunda da “Eğer ölmeyi tercih ediyorlarsa bunu yapmaları ve fazla nüfusu azaltmaları daha iyi olur” şeklinde umarsız bir cevap verir.
Scrooge’un fakir insanların “fazla nüfusu” azaltmak için ölmeleri gerektiğini söylemesiyle Dickens, Malthus’u doğrudan Bir Noel Şarkısı’nın hedefine yerleştirerek onun daha az açıkça ifade ettiği yoksullara karşı düşmanlık ve kayıtsızlığa saldırmayı amaçlar.
Kapitalizmin Görünmez Eli ve Görünen Hayaletler
Sermayesini artırma ve parasını istifleme konusunda takıntılı olan Scrooge, katibi Bob Cratchit’e zayıf bir ücret ödemekle kalmayıp, ofisindeki şöminede ısınması için ona yeterince kömür bile vermez. Hatta potansiyel iş kaybı olarak gördüğü Noel günü için ona yılda tek bir gün izin vermek bile gücüne gider, çalışmadığı günün parasını vermek adaletsizlik gibi görünür. Günün sonunda cılız bir mum ışığı ile aydınlanan kasvetli evinde kendisini zar zor ısıtan şöminesinin yanında yulaf lapasını yerken, her bir kuruşun hesabının verildiğinden emin olana kadar madeni paralarını sayar. Ters orantılı bir şekilde sermayesini çoğalttıkça, hem kendisinin hem de çevresinin refah seviyesini düşürür, kişisel zevkler için para harcamayı reddeder. Kapitalist sistemin içinde otomat bir şekilde çalışmaya ve para kazanmaya odaklı ruhsuz bir makine gibidir.
Terry Eagleton kapitalizmi besleyen bu döngüyü şöyle dile getirir:
Sermaye, efendisi uyurken dışarıda dolaşan, onun acımasızca vazgeçtiği zevkleri mekanik olarak tüketen hayalet bir beden, canavarca bir Doppelgänger’dir. Kapitalist, kendi zevkinden ne kadar vazgeçerse ve bunun yerine emeğini bu zombi benzeri alter egoyu şekillendirmeye adarsa, o kadar çok ikinci el tatmin elde edebilir.
Bu noktada hem kapitalist hem de sermaye yaşayan ölülerin imgeleridir, biri canlıdır ama uyuşturulmuştur, diğeri cansız ama aktiftir.
Peki ya bu hayaletimsi varlıklar nasıl görünür kılınacaktır?
Marx’ın meta fetişizmi kavramına dönecek olursak, tahtadan yapılma bir masaya bakarken, ürünlerin kendiliğinden meta olarak hayata geldiği gibi ideolojik bir yanılsamaya kapıldığımız için göremediğimiz şey, aslında onun inşasına harcanan emektir. Sistematik bir şekilde maruz bırakıldığımız bu kör bakış kapitalist meta üretiminin temelidir. İlk bakışta gözden kaçan şey, görünmez olanın ta kendisidir ve bizim bunu görmemiz gerekir.
Dickens’ın da ortaya koyduğu temel soru, hayaletin neyi görünür kıldığıdır.
Marley’nin peşi sıra sürüklediği para kutuları, anahtarlar, asma kilit, hesap defterleri, senetler ve çelikten yapılmış ağır cüzdanlardan oluşan nesneler zinciri onun metalara ve bunların üretimine olan bağlılığının sembolik bir temsilidir. Marksist terimlerle, Marley ile karşılaşma, kapitalizmin görünmez kılmaya çalıştığı şeyi yani meta üretim sürecinin doğasında bulunan ve bu nedenle bu süreçte yüceltilen emeği görünür kılar.
Ben hayatım boyunca kendi yarattığım zincirleri taşıyorum,” diye cevap verdi Hayalet. “Ben onları, kendi ellerimle halka halka, karış karış yaptım, özgür irademle yarattım onları! Ve, kendi özgür irademle kuşandım bu zinciri! Sana tanıdık gelmiyor mu bu halkalar?
Bu, Scrooge için önemli bir özdeşleşme anıdır. Çünkü kendisi de maddi güce odaklanmanın ve insanların refahına karşı kayıtsız kalmanın vücut bulmuş halidir. Hikayenin sonunda Scrooge başkalarına karşı yeniden keşfedilen bir şefkat üzerinden toplumsal vicdan geliştirerek dönüşüme uğrar. Kitaptaki vurgu Scrooge’un daha iyi bir kapitalist olarak şefkatli bir değişim geçirmesi üzerinedir, çünkü paradoksal olarak kapitalizmin yarattığı eşitsizlikler ancak parasını dolaşıma sokmasıyla giderilebilir. Örneğin kitabın sonunda Scrooge, Noel günü uyandığında alışılmadık bir şekilde, katibi Bob Cratchit için hindi satın almasını istediği çocuğa şöyle der:
Git ve satın al ve onlara buraya getirmelerini söyle, böylece nereye götüreceklerini söyleyeyim. Adamla geri dön, sana bir şilin vereyim. Beş dakikadan kısa bir süre içinde onunla geri dön, sana yarım kron vereyim!
Scrooge’un huysuz bir cimriden neşeli bir kapitaliste dönüşmüş olması sistemi değiştirmeye, çok daha derinlerde yatan sorunun altını kazıyıp yoksulluk ve eşitsizlik için kalıcı bir çözüm üretmeye yetmez. Toplum bir anda dönüştürülemeyeceği gibi, bu sorunlar da tekrar tekrar baş göstererek topluma musallat olmaya devam eder. Hikayede hem sorunun kaynağı hem de görünürdeki çözümü olarak paranın temsil edilmesi, gelecekteki açlığı önlemek için sınıf hiyerarşilerini kökten değiştirmek yerine, nostalji yüklü Noel kitaplarının yoksullara yardım etme konusunda on sekizinci yüzyıla özgü ataerkil yaklaşımını geri getirir. Bu noktada Dickens’ın toplumsal sorunları tanımlamada, onlara çözümler üretmekten daha iyi olduğu söylenebilir.
Dickens, A Christmas Carol’da para ile ilgili eksik kalan fikirlerini 14 Aralık 1850’de Household Words’de baş makale olarak yayınlanan A December Vision’da açık bir şekilde yeniden ele almıştır. Kendisinden iki yıl önce yayınlanan Marx ve Engels’in Komünist Manifestosu’nun açılışını garip ve güçlü bir şekilde çağrıştıran makalede Dickens, “Dünyayı hiçbir dinlenme veya duraklama olmadan dolaşan güçlü bir Ruh gördüm” diye yazar. Ancak komünizmin değil, endüstriyel toplumun ruhunu temsil eden bu hayalet için Dickens, “Her yerde mevcuttu, her şeye gücü yetiyordu, hiçbir pişmanlığı, acıması, herhangi bir ırktan gelen herhangi bir çağrının ulaşabileceğine dair hiçbir amansız duygusu yoktu” der.
Görünen ama bir yandan da görünmeyen o ki; günümüz toplumunda da hayaletlerle kuşatılmış, onlar tarafından geçmişin gölgeleri, şimdinin elle tutulamazlığı ve geleceğin kasvetli çağrısı tarafından musallat olunmuş durumdayız. Geçmişin kalıcı varlığını tanımak ve tarihin döngüsel doğasını anlamak suretiyle bize bırakılan mirası temize çekip, şeytan çıkarana kadar da böyle kalacak. Her hayaletin bize söyleyeceği, her hayaletin bize öğreteceği bir şey var.
Derrida hayaletlerden tek beklentisinin yaşamayı öğrenmek olduğunu Marx’ın Hayaletleri’nde şöyle dile getirir:
…hayaletlerin ticaretsiz alışverişinde, söyleşilerinde, dostluklarında ya da yoldaşlıklarında hayaletler ile birlikte yaşamayı öğrenmek. Başka biçimde ya da daha iyi yaşamayı öğrenmek. Daha iyi değil de, daha adilce…