Hiçbir acıma duygusuna kapılmıyor, hiçbir güce boyun eğmiyor deniz. Binicisini sırtından atmış azgın bir savaş atı gibi, başıboş deniz, soluk soluğa, uluya uluya tüm dünyaya saldırıyor. Suların ne denli kurnaz olduğunu düşünün bir kez. Orada en korkunç yaratıklar bile, çoğu zaman göze görünmeden, mavilerin en tatlısında kendilerini haince gizleyerek, suyun altında kayıp giderler.
Bir eserin sanatsal değerini tam olarak hangi özelliğin belirlediği yıllardır edebiyat çevrelerinde tartışılmıştır. Sanatçı veya yazar, adına her ne derseniz, tıpkı bir ressam gibi fırçasıyla tuvali boyar ve bizler, ona dışarıdan bakanlar olarak farklı yorumlarda bulunuruz, birçoğumuz göre bir eser, ne kadar farklı açıdan yorumlanabilme niteliğine sahipse, değeri o kadar artar. Moby Dick de işte böyledir, bir intikam trajedisi olarak da politik bir alegori olarak yorumlanabilir. Moby Dick için insan doğasının derinliklerine inan varoluşçu bir eser diyebilirsiniz ya da bir endüstri devrimi ve kapitalizm eleştirisi olarak da okuyabilirsiniz. Bu sebeplerden dolayı Melville’in eserine yönelik yapılmış farklı yorumlardan yola çıkarak, onun değerini ve dünya edebiyatında neden sarsılamaz bir yere sahip olduğunu daha iyi anlayabiliriz.1851 yılında Herman Melville tarafından yazılan Moby Dick, belki de Amerikan Rönesansı adı verilen 1830’larda başlayıp Amerikan iç savaşına kadar süren çalkantılı dönemin en zengin romanlarından biri olma özelliğini taşıyor. Kitap, her ne kadar ilk bakışta okuyucunun gözünü korkutabilecek bir kalınlığa sahip olsa da, içine girildiği zaman size belki de Odisseia ve Yaşlı Denizcinin Ezgisi gibi eserlerden sonra görüp görebileceğiniz en büyük deniz macerasını vadediyor.
Herman Melville ve Amerikan Romantizmi
1819 yılında New York’ta ekonomik sıkıntılarla boğuşan bir ailede doğan Herman Melville, babasının vefatından sonra katiplik, denizcilik ve öğretmenlik gibi çeşitli işlerde çalışarak geçimini sağlıyor. Denizcilikten, özellikle balina gemilerinden elde ettiği tecrübelerden ilham alarak ise Typee: Polinezya Hayatına Bir Bakış, Omoo, ve tabii ki başyapıtı olan Moby Dick’i kaleme alıyor. Melville’in etkilendiği isimlerden bahsedecek olursak bunların en başında muhtemelen büyük İngiliz ozan Shakespeare gelir, hatta söylenene göre Melville çiftlik evinde inzivaya çekilip Moby Dick’i yazdığı sırada bol bol Shakespeare okuyormuş. Moby Dick’in karakter çeşitliliğinde ve Melville’in kullandığı dilde Shakespeare’in onda yarattığı etki oldukça bariz. Her ne kadar realist bir roman olma özelliği taşısa da bu açıdan Moby Dick’e tıpkı Hamlet gibi bir intikam tragedyası bile diyebiliriz. Melville’in diğer etkilendiği isimler arasında ise Nathaniel Hawthorne, Ralph Waldo Emerson, Edgar Allan Poe ve Samuel Taylor Coleridge gibi dönemin romantizm akımını benimseyen diğer yazarlarını saymak mümkün.
Yeri gelmişken biraz Amerikan Romantizmi’nden ya da diğer adıyla Amerikan Rönesası’ndan bahsetmezsek olmaz. Kısaca Amerikan Romantizmi’ne 1800’lerin başında Avrupa’da, özellikle İngiltere ve Fransa’da ortaya çıkan romantizm akımının Amerika’daki karşılığı diyebiliriz. Temellerini bireysellik, öznellik ve doğanın yüceliği gibi kavramlara dayandıran bu akım, aslında aydınlanma çağı ve endüstri devrimiyle beraber gittikçe makineleşen dünyaya bir tepki olarak ortaya çıkmıştır. Kalıplaşmış toplumsal normlarını reddeden romantizm akımı ve sanatçıları, etraflarındaki dünyayı anlamak için mantıktan ve biçimden ziyade içlerindeki tutkuya ve sezgisel güce başvurmuşlardır.
Bu akımın Amerikadaki ilk temsilcisi ise Ralph Waldo Emerson’dan başkası değildir. Kendisi 1836 yılında yayınladığı “Doğa” isimli eserinde şöyle der:
Doğanın huzurundayken insanın içinde gerçek acılardan ziyade, vahşi bir sevinç çağlar. Doğa şöyle der insana, O’nun varlığı bana aittir ve O tüm yersiz kederlerine meydan okuyarak sadece benimle mutlu olmalıdır.
Ralph Waldo Emerson, Doğa
Emerson ve Henry David Thoreau gibi dönemin aydınları, genel olarak doğayla bütünleşmeyi, doğanın karşı konulamaz gücü karşısında boyun eğmeyi ve onun güzelliğini takdir etmeyi savundular. Melville’in kitabını detaylı incelersek benzer temaları görebiliriz, çünkü kendisi Moby Dick adındaki o devasa balinayı hikayenin belli noktalarında sadece doğanın bir alegorisi olarak kullanmakla kalmıyor, onu, betimlenemez, karşı konulamaz, anlaşılamaz bir güç, neredeyse bir Tanrı olarak tanımlıyor. Onun karşısına ise etten ve kemikten bir varlık olan, gözünü intikam hırsıyla kör etmiş olan bir adamı, Kaptan Ahab’ı koyuyor.
“Ishmael Deyin Bana”
Bu replikle açılıyor kitap, ana karakterimiz Ishmael’in o meşhur sözüyle. İsmin tarihsel kökenine inildiği zaman Ishmael, Eski Ahit’ten aşina olduğumuz bir karakter aslında, bu isim genellikle hep dışlanmış, sürgüne yollanmış ve toplumda istenmeyen kişilerle ilişkilendiriliyor. Moby Dick’in anlatıcısı olan Ishmael de aslında tam olarak böyle. Nereden geldiğini ve kişilik özelliklerini tam olarak bilmesek de, sanki dünyada yolunu kaybetmiş de, denizde arıyormuş gibi bir portre çiziyor kendisi. Elbette sahip olduğu entelektüel birikimden ve denizcilik geçmişinden dolayı Ishmael’e bir bakıma Melville’in kendisi gibi bir rolü üstleniyor desek pek de yanılmış sayılmayız.
Hikaye, Ishmael’in bir balina gemisinde tayfa olarak iş bulma amacıyla Nantucket’e gitmesiyle başlıyor. Geceyi geçirmek için gittiği tavernada Queequeq isminde Pasifik Adalı bir zıpkıncıyla tanışan Ishmael, ilerleyen sayfalarda kendine ve zıpkıncı dostuna “Pequod” isminde bir balina gemisinde yer bulmadan önce, gençliğinde denizcilik yapmış olan Mapple Baba isimli bir rahiple karşılaşıyor. Mapple Baba’nın bu noktada verdiği vaaz oldukça enteresan çünkü anlatmış olduğu Yunus peygamberin hikayesi, kitabın geri kalanıyla oldukça parallellik taşıyor. Aynı şekilde Ishmael ve Queequeq’in tam Pequod’a binmek üzereyken karşılaştıkları Elijah karakterini de yine Eski Ahit’te görmek mümkün, bu paralelliklerden Ahab karakterini incelediğimiz kısımda daha detaylı olarak bahsedeceğiz.
Hikayenin Geri Kalanı
Pequod denize açıldıktan sonra önce yardımcı kaptanlar Starbuck, Stubb ve Flask ile tanışıyoruz. Daha sonra ise Kaptan Ahab sahneye giriyor, balinanın kalça kemiğinden yapılma protez bir bacak kullanan Ahab, anlatılana göre vakti zamanında çıktığı bir seferde Moby Dick tarafından sakat bırakılmış. Beyaz balina bir bakıma onun erkekliğini de yok etmiş olarak görebiliriz bunu çünkü Ahab, Moby Dicki öldürmeyi artık bir gurur meselesi haline getirmiş bir karakter olarak karşımıza çıkıyor. Gemi açık sulardayken, Ahab tüm tayfayı toplayıp onlara, geminin asıl amacının balina avlamak olmadığını, tek amaçlarının Moby Dick’i öldürmek olduğunu söylüyor ve tek tek herkesten yanında durmaları için yemin istiyor. Aslında bu sayede kendi sahip olduğu laneti tayfasına da bulaştırıyor.
Hikayenin ortalarında Fedallah isminde bir karakterle tanışıyoruz, Ahab dışında gemideki hiç kimsenin tanımadığı bu karakter, tayfa arasında oldukça gizemli bakışlarla karşılanıyor, hatta bazıları, onun şeytan olduğunu bile düşünüyor. Hikayenin sonlarına doğru esas görevini anlıyoruz, kendisi Ahab’ın taptığı ve uğruna zıpkınını ateşle vaftiz ettiği sahte tanrının bir peygamberi olsa gerek ki, yaptığı kehanetlerin doğru çıktığını sonlara doğru fark ediyoruz.
Pequod, tüm yelkenlerini fora edip, yandan cunda yelkenlerini bir albatrosun kanatları gibi açarak, rüzgar altında Moby Dick’in ardından süzülmeye başladı denizde.
Denizde geçirilen aylar ve avlanılan her bir balina Ishmael tarafından oldukça detaylı olarak betimleniyor, anlatı sürekli olarak bölünüp, balina fizyolojisiyle ilgili bilgiler veriliyor okuyucuya ve sanki bu bilgiler sizi finaldeki büyük, destansı yaratığa hazırlıyor gibi hissediyorsunuz, sanki tüm bu öğrendikleriniz işe yarayacak gibi. Eski Ahitte adından ilk söz edilen hayvan olan balinaya dair tüm yazılıp çizilenleri öğrenmek mümkün bu kitapta ama ne hikmetse Moby Dick ile karşılaşıldığı zaman bunların hiçbirinin bir anlamı olmadığını görüyoruz, kendisi durdurulamaz, anlaşılamaz bir güç gibi resmediliyor Melville tarafından. Kaptan Ahab, Moby Dick’i tam üç gün boyunca kovalıyor, her defasında eli boş dönmesine ve hikaye boyunca mantığının sesini sembolize eden Starbuck tarafından uyarılmasına rağmen peşinden gitmeye, kendi felaketine doğru ilerlemeye devam ediyor. Fakat en sonunda Moby Dick, Pequod’u Alabora edip batırdıktan sonra, Ahab ve tayfası, denizin derin sularını boylayarak can veriyor. Moby Dick’in gazabından tek kurtulan kişi Queequeq’in cankurtaran-tabutuna tutunarak hayatta kalan Ishmael oluyor ve o da Melville’in tanımıyla, “cehennem ateşinde dövülmüş” hikayesini tanıştığı insanlara anlatmakla lanetleniyor bir bakıma, tıpkı Coleridge’in epik şiirindeki yaşlı gemici gibi.
Kaptan Ahab
Ahab’ın şapkasının altında saklanan gözlerinden, denize bir damla yaş döküldü. pasifik okyanusunun tüm suları, bu bir damlacık yaştan daha değerli olamazdı.
Antik Yunan tragedyalarındaki ünlü kahramanların neredeyse tüm özelliklerini taşıyan bir karakter aslında Ahab. Gençliğini, belki de hayatının büyük bir kısmını denizin tuzlu ve soğuk sularında geçirmiş, gözü pek, korkusuz bir gemici olarak resmediliyor. Fakat tıpkı Oedipus ve Faust gibi, o da tek bir trajik kusura sahip, sahip olduğu kibir ve onun getirdiği özgüvene. Beyaz Balinayı avlama konusundaki kararlılığı ve kibri, kendisinin ve tüm tayfasının yavaş yavaş sonunu hazırlıyor aslında.
Ey sen, aydın ateşin aydın ruhu! Bir zamanlar ben, bu denizlerde sana tapan bir Perstim. Sana taparken, öyle yakmıştın ki beni, damganı hâlâ üstümde taşıyorum. Artık biliyorum ki, sana tapmanın en iyi yolu, meydan okumaktır sana.
Yol boyunca karşılaştığı tüm gemiler ona Beyaz Balina’nın karşısına çıkılmaması gerektiğini söylese de, kendisi adeta denizlerin tanrısına karşı aciz bir insan olarak savaş açıyor, doğanın karşı konulamaz gücünü yenebileceğini düşünüyor, hatta sırf bunu gerçekleştirmek için, kötücül bir tanrıya yakarışta bulunuyor zıpkınını alevle kutsuyor.
Lanetli demir, vaftiz kanını cızırdayarak emerken, Ahab kendinden geçmişcesine bağırdı: “Seni tanrı adına değil, şeytan adına vaftiz ediyorum!
Bu noktada Kaptan Ahab’ı Faustvari bir karakter olarak da yorumlayabiliriz. Kendisi elinde kalmış olan tek amacı gerçekleştirmek uğruna, belki de denizin karanlık güçleriyle bir anlaşma yapıyor. Ruhunu ise Fedallah’a satıyor bunun karşılığında.
Yazının başlarında Elijah’dan bahsetmiştim. Bu karakter Quequeeq ve Ishmael’e ne olursa olsun asla Pequod’a binmemeleri gerektiğini ve bu işin sonunun felaketle sonuçlanacağına dair bir kehanette bulunuyor. Kaptan Ahab’ın güvenilmemesi gereken biri olduğunu anlatıyor aslında hem bizlere hem de ikiliye. Aslında Elijah ve Ahab arasındaki tartışma, İncil’de anlatılan tarihsel bir olaya dayanıyor. Baal isminde sahte bir tanrıya tapan yozlaşmış bir İsrail Kralı olan Ahab, Tanrının buyruğuyla Elijah (İlyas) Peygamber tarafından doğru yola dönmesi için uyarılıyor fakat aldırış etmiyor. Daha sonra ise kendi halkı yıllarca süren bir kıtlıkla boğuşuyor. En sonunda Elijah’ın mucizesiyle beraber kıtlık sonlansa ve Ahab tövbe etse de kendisinin ve soyunun sonu felaketle bitiyor, tıpkı Kaptan Ahab’ın sonu gibi.
Oysa Tanrı, Yunusu yutsun diye, kocaman bir balık yaratmıştı.
Yunus, 1:17
Yine tanrının buyruğuna uymayarak onun iradesinden kaçmaya çalışan Yunus peygamber ile Kaptan Ahab arasında da bir paralellik görebiliriz. Fakat buradaki farklılık Yunus’un Balina karnındayken tanrısına yakarışta bulunarak kurtulması olsa gerek. Ahab ise tüm uyarılara ve karşısına çıkan işaretlere rağmen açtığı savaştan asla geri dönmüyor. Bir bakıma Tanrı tarafından cezalandırılıyor diyebiliriz.
Doğaya Karşı İnsan
Su, su, nereye baksan yalnızca su,
Samuel Taylor Colerıdge, Yaşlı Denizcinin Ezgisi
Güverte tahtaları çekti zamanla;
Su, su, nereye baksan yalnızca su,
Ama hiçbir yerde yok içecek bir damla.
Yazının başlarında da bahsettiğimiz gibi, Moby Dick öyle bir eser ki aslında her okuyan kendine göre farklı bir anlam çıkarabilir. Moby Dick’e baktığımız zaman ustaca işlenmiş bir saplantılı karakter portresi görüyoruz en başında, fakat yayınlandığı dönemi düşünerek de ele alırsak belki de en doğru yorum insanoğlunun doğaya karşı sürdürdüğü mücadelenin bir alegorisi şeklinde olacaktır. Belki de Melville, tıpkı çağdaşları gibi, makinelerin ve çarkların şekillendirdiği dünyada kaybolan tabiatın önemini vurgulamak için bir epik destan yaratmak istemiştir. Çünkü Moby Dick ismindeki Beyaz Balina kitapta bir karakter bile değildir aslında, onun düşüncelerini, hissettiklerini ve gerçek amacını asla öğrenmeyiz, bu açıdan kendisi sadece doğanın vücut bulmuş hali gibidir hikaye boyunca.
O, Melville tarafından sadece insanoğlunun balinayı araştırmaktaki tüm çabalarına rağmen asla anlayamadığı ve gücünün sınırlarının bilinemediği bir figür olarak resmedilmiştir. Moby Dick bu bahsettiğimiz sebeplerden dolayı yıllar içerisinde birçok eleştirmen tarafından Hristiyanlık’taki veya herhangi bir semavi dindeki tanrı figürünün, sorgulanamaz ve kavranamaz gücü olarak da yorumlanmıştır.
Son Söz
İroni, mitoloji, tragedya ve saf gerçekçiliğin iç içe geçtiği bu kitabı, yazı boyunca bahsettiğimiz okumalar dışında, temelinde bir balina avı öyküsünden çok, Kaptan Ahab’ın kişisel bir intikam hikayesi olarak yorumlamak oldukça mümkün çünkü beyaz balina vakti zamanında kendisinin erkekliğini ve tüm hayatını elinden almış onu sakatlayarak. Ahab da onur meselesi haline getirmiş artık bu devasa yaratığın canına kıymayı. Moby Dick’i öldürme, zıpkınını onun kalın ve yağlı derisine saplama düşüncesi Ahab’ın zihnini günden güne öylesine kemirip bitirmiş, içindeki insanı öylesine silip atmış ki en sonunda, onu tek bir amaç uğrunda yaşar hale getirmiş.