Bir Teselli Olarak Sanat: Karmaşanın İçinde Güzellik Aramak

Dünyada çok fazla acı, kaygı, korku ve felaket olduğu gerçeği inkâr edilemez. Her gün yaşanılan bunca acıya rağmen insan bunlara nasıl dayanır? İnsanı yalnızca bir başka insan mı teselli eder? Teselli, yalnızca birkaç sözden mi ibarettir? Peki insanın dayanma gücü, devam etme arzusu, yarının daha güzel olacağına dair umudu nereden gelir? Sanat, yaşadığının izini bırakma, var olduğunu kanıtlama yoludur. Sanat, ölümsüzlüğün formülü, öldükten sonra bile var olma şeklidir. Sanat sayesinde hissedilen acıyı görünür kılabilir ya da teselli bulabiliriz. Ancak sanatın bu noktada yıllarca tartışılan bir boyutu da vardır. Sanat sanat için midir, toplum için midir?

Sanat, hayatın kırdığı insanları teselli eder.

Vıncent Van Gogh

Zorlu bir geçmişi olan Johnny Cash birçok parçasında yaşadığı coğrafya ve ekonomik koşullarıyla etkileşimini işlemiş; kurtuluş, keder ve insanlık halleri gibi konulara odaklanmıştır. Frida Kahlo’nun sanatı, yaşadığı derin fiziksel acılar ve duygusal sıkıntıları tarafından şekillendirilmiştir. Geçirdiği kaza sonucu ciddi yaralar alan Kahlo, acılarıyla baş etmek için yatağında resim yapmaya başlamış, onu hayata bağlayan sanat olmuştur. Dünyaca ünlü birçok ressamın ise aslında şizofren olduğu ve resmettiği tablolarının da hastalığı sebebiyle gelişmiş hayal gücünün birer ürünü olduğu bilinmektedir. Dolayısıyla nedeni değişse de herkesin hissettiği bir acı vardır ki bu da acıyı evrensel kılar. Acının bir dışavurumu olan sanat da böylece evrenselliğini kanıtlamış olur. Bu noktada, kişinin hissettiği acının veya eksikliklerin bilinç ötesi düzeyde başka yollarla tamamlanma çabasına dayanan ve psikolojik savunma mekanizmalarından biri olan kompanzasyon, sanatı anlaşılır kılmaktadır. Sanatçılar ve müzisyenler, kişisel deneyimlerini sadece acılarıyla başa çıkmak için değil, aynı zorluklarla karşılaşan diğer insanlarla bağlantı kurmak için kullanmışlardır. Aslında sanat da bu noktada, tüm bu karmaşanın arasında hâlâ güzellik aramaktır.

Sanat Sanat İçin mi, Toplum İçin mi?

Oldukça kötümser Alman filozof Arthur Schopenhauer’a göre yaşam, acıdan ibarettir. Schopenhauer’un felsefesi de genel olarak acı üzerine odaklanır. Buna rağmen filozof, yaşamın başından itibaren süregelen bu acı döngüsünü hafifletmenin yalnızca üç yolunu sunar. Bunlar çilecilik, merhamet ve sanattır. Her ne kadar Schopenhauer sanatı, bireyi yaşamın ızdırabından kurtarmak için bireysel bir çözüm olarak sunsa da Fransız sosyolog ve filozof Pierre-Joseph Proudhon sanatı, toplumu mükemmelleştirme amacına hizmet eden bir araç olarak görmektedir.

1920’li yıllarda Almanya’da kurulan ve tarih, felsefe, sosyoloji üzerine çalışmalar yapan Frankfurt Okulu aynı zamanda sanat üzerine de incelemeler yapmayı sürdürmüştür. Bu okulun öne çıkan isimlerinden Alman sosyolog ve filozof Theodor W. Adorno ise sanatı bir sığınak olarak tanımlamaktadır. Adorno’nun Frankfurt Okulu’nun bir diğer sosyolog ve filozofu olan Max Horkheimer ile İkinci Dünya Savaşı sırasında yazdığı ve gizlice çoğalttığı Aydınlanmanın Diyalektiği eseri, sanatın kendini dış dünyaya kapattığını savunur. Sanat, gerçekliğin bir inkârı ve gerçeklikten bir kaçıştır. Dolayısıyla sanatçı, bir başka dünya, mümkün olabilecek bir başka gerçeklik örneği yaratmaktadır. Ancak bu iddia, sanatın toplumdan beslendiği ve toplumu yansıttığı teziyle çelişir. Dolayısıyla bu noktada yeniden sanatın toplum için mi sanat için mi olduğu tartışması görülür.

Theodor W. Adorno - Frankfurt Okulu
©Franz Hubmann’ın Objektifinden Theodor W. Adorno

Sanat, modern bireyin kaotik dünyasında bir anlam yaratma çabasıdır.

Zygmunt Bauman

 İnsanın Anlam Arayışı ve Sanat

Bir anlık güzellik deneyimi bile, insanın varoluşsal acısını dindirebilir.

Vıktor Frankl, İnsanın Anlam Arayışı

Yahudi bir psikiyatrist olan Viktor Frankl, Nazi Almanya’sında toplama kamplarını oldukça yakından gözlemlemiş ve yaşanılan acılara şahit olmuştur. Yahudi veya Alman, bu insanların kaos ortamı geçtiğinde bile derin bir anlam karmaşasına sürüklendiğine ve nihilist bir bakış açısıyla yaşamın anlamsızlığı üzerine düşünüp acı çektiklerini görmüştür. Hayatın ne olduğu, bireyin kendisinin var olma amacı, hayatın anlamının ne olduğu soruları, bu kişileri derin bir depresyona ve anksiyeteye sürüklerken Viktor Frankl, insanı, var olmanın bu acısından kurtaracak şeyin, sevdikleriyle bağ kurmak ve durmadan üretmek olduğunu savunur. Yaşanılan acıları sanata yansıtmak, acıyı somutlaştırmak ve artık görünür kılmaktır. Böylece kişi, yaşamın karışıklığında bir anlam yaratır. Viktor Frankl’a göre bu anlam, dışarıdan gelecek bir mesaj değildir; insanın kendi çabası ve ürettiği eserler ve sevgi bağları ile oluşturduğu anlamdır, hayatın anlamıdır.

Sanatın Önceden Belirlenmişliği

Sanat, değişmez bir kavram çerçevesiyle ilk ve son defa tanımlanamaz. Sanat kavramı, daha çok, ara sıra ulaşılmış nazik bir dengedir; tıpkı id ile ego arasındaki psikolojik denge gibi. Bozucu etmenler, süreci hareketli tutarak, sürekli dengeyi bozarlar. Her sanat eseri bir an’dır; her büyük sanat eseri sürecin bir durdurulması, anlık bir duraklamadır; oysa ki kalıcı bir göz, sadece bu süreci görmektedir.  

Theodor W. Adorno

Adorno ve Horkheimer’a göre sanatın gerçeklikten kopması ile Karl Marx’ın deyimiyle bireyin topluma yabancılaşması ortaya çıkar. Sanata erişmeye ve sanat üretmeye duyulan arzunun temelinde Adorno’nun deyimiyle bir “özerklik’’ yatmaktadır. Ona göre, sanat ve toplumdaki rolü arasında karmaşık diyalektik bir ilişki vardır. Ayrıca sanat, gerçeklik ve hayal arasında benzersiz bir konuma sahip karmaşık, dinamik bir varlıktır. Adorno, sanatın otonom olmasına rağmen, hala toplumsal koşullara bir yanıt olduğunu da belirtir. Toplumsal gerilimleri yansıtır fakat dış toplumsal etkilere ve baskılara karşı bağımsız olmalıdır der. Sanat, kurulmuş normları yok ederek, çelişkileri ortaya çıkararak ve toplumsal düzen içindeki boşlukları vurgulayarak toplumu eleştirir. Sanat, önceden belirlenmiş kavramları sarsmalı ve meydan okumalıdır, onlara uymamalıdır.

Avangard Sanat 

Girl with Pigeons - Morris Hirshfield, 1942 - Sanat ve Güzellik
Girl with Pigeons – Morris Hirshfield, 1942

Avangard sanat kavramını öne süren Fransız filozof Henri de Saint-Simon ise sanatı avangard, yani eski kalıpları reddeden ve yeniliği ilke edinmiş bir sanat biçiminin toplumsal devrim üzerindeki etkisinin altını çizer. Bu bağlamda 19. yüzyılda avangard terimini ilk defa kullanan Saint-Simon, o döneme dek Batı dünyasına hâkim olan seçkinci sanat anlayışının getirdiği salon sanatı ve geleneksel sanat anlayışını reddetmiştir. Saint-Simon’a göre sanat, bir toplumu dönüştürmenin en hızlı ve en kolay yoludur. Dolayısıyla sanatçılar da bir toplumun devrimcileridir. Bu noktada her sanat eseri aslında mevcut gerçekliğin içinde bir başka mümkün gerçeklik açtığı için avangard kabul edilebilir. Saint-Simon’un avangard sanat kuramına göre de sanat, toplumu dönüştürdüğü ve iyileştirdiği ölçüde sanattır. Bu bağlamda sanatçılar, birer bilim insanı görevi görmektedirler. Saint-Simon’un bu avangard sanat kuramının bir yansıması olarak daha sonra Dadaizm, Fütürizm ve Sürrealizm gibi sanat anlayışları ortaya çıkmıştır.

Kapak Fotoğrafı: Melancholy – Edvard Munch, 1891

İlginizi Çekebilir!
Kelimelerin Ressamı: Gertrude Stein’ın Sanat Dolu Dünyası