Büyük Ozan’ın Tiyatroya Vedası: The Tempest

İngiliz şair ve oyun yazarı William Shakespeare’ın The Tempest isimli eseri, 16. yüzyılda yaygın olan kolonyal anlatıları fantezi ve komedi unsurlarıyla harmanlayarak insan doğasına ilişkin güçlü bir portre çizer. Yazarın kendi başına yazdığı son oyun olarak kabul edilen The Tempest, ana karakter Prospero ve Shakespeare arasındaki benzerlikler dolayısıyla aynı zamanda otobiyografik izler taşıyan bir metindir.
The Tempest'ten Bir Sahne, William Shakespeare - William Hamilton (1751–1801) I Brighton & Hove Museums

The Tempest Ne Anlatıyor?

Şayet senin sanatınsa, canım babacığım

Bu vahşi suların kükremesine sebep, dindir onları. (1.2)

Miranda - John William Waterhouse,  1916. (The Tempest, 1. Perde 1. Sahne.
Miranda – John William Waterhouse, 1916. (The Tempest, 1. Perde 1. Sahne)

Oyunun başladığı tarihten tam 12 sene önce, Milano Dükü olan Prospero, kardeşi Antonio’nun hain planları sonucu siyasi otoritesini kaybetmiş ve kızı Miranda ile ıssız bir adaya sürgüne gönderilmiştir. Adanın tek yerlisi olan Caliban’ı köleleştiren Prospero, aynı zamanda gizli sanatlara ilgi duyan bir büyücüdür ve oyun boyunca kendisinin büyü ilminden kasıtlı olarak “sanat” (İng. “thou art) şeklinde bahsedilir. Dukalığını elinden alan kardeşi Antonio ve Napoli Kralı Alonso’nun da içinde bulunduğu bir geminin “kaderin cilvesi” sonucu adaya yaklaştığını gören Prospero, hizmetkârı ve havai bir peri olan Ariel’i gemiyi alabora etmesi için bir “fırtına” yaratmakla görevlendirir. Prospero’nun fırtınayı yaratmaktaki amacı, hain kardeşini ve dukalığını boyunduruğu altına alan Napoli Kralını öldürüp cezalandırmak değil, kralın oğlu Ferdinand ile kızı Miranda’yı evlendirerek hem Napoli hem de Milano tahtını garanti altına almaktır. Oyunun başlangıcında “ıssız bir ada” olarak belirtilen bu mekân, toplumun hem üst hem de alt tabakalarından gelen karakterler ve aralarındaki güç çatışmaları doğrultusunda, Shakespeare tarafından adeta insan doğasının karanlık taraflarının bir dışavurumu haline gelir. Shakespeare’n Fırtınası, her ne kadar güç hırsı ve politik komplolar gibi intikam tragedyalarında görmeye alışkın olduğumuz temalar içerse de oyunda herhangi bir ölüm olmadığı ve mutlu sonla bittiği için yazarın son dönem trajikomedileri arasında yer alır. 

Bir Halk Ozanı ve İnsan Doğasının Gözlemcisi Olarak Shakespeare

John Taylor’a atfedilen, The Chandos Portrait, William Shakespeare, 1600-1610
John Taylor’a atfedilen The Chandos Portrait, William Shakespeare, 1600-1610

İngiliz edebiyatında The Bard (İng. Ozan) veya Bard of Avon (İng. Avon’un Ozanı) olarak anılan William Shakespeare’in oyunları sadece yüksek zümreye ve saray çevresine hitap eden eserlerden ibaret değildir; Elizabeth Dönemi ve erken Jacobean Dönemi İngilteresi’nde, her kesimden izleyicinin ilgisini çeken, halkın günlük yaşamına dair birçok izler bulabileceğiniz metinlerdir. Shakespeare, neredeyse tüm oyunlarında halkın aşina olduğu eski folklorik hikayelerden, dönemin politik sorunlarından ilham alır ve sıfırdan orijinal eserler yaratmak yerine, halihazırda bilinen veya aşina olunan öyküleri ters yüz ederek gerek toplumda sorunlu gördüğü noktaları hatta yöneticileri eleştirmek için kullanır. Tıpkı esin kaynaklarından biri olan Antik Yunan şairleri gibi, Shakespeare de insan doğasının edebiyattaki başarılı temsilcilerinden biridir. Öyle ki, psikolojinin bir bilim dalı hâline gelmesinden ve bilinçaltı üzerine çalışmalar yapılmasından yüzyıllar önce, eserlerinde insan zihninin karanlık yanlarını irdelemiş; Bir Yaz Gecesi Rüyası adlı oyununda bilinçaltını orman metaforuyla anlatmıştır. Aynı şekilde, Hamlet’te mercek altına aldığı anne-baba-oğul üçgeni, yıllar sonra Sigmund Freud’un “Oedipus Kompleksi” teorisine ilham kaynağı olmuştur.

Edebiyat, Büyü ve Tiyatroya Veda

Efsunlarımın hepsi yok oldu gitti

Kendi kudretimden başka gücüm kalmadı şimdi

Öyle cılız ki. Şimdi, doğruya doğru, 

İsterseniz buraya hapsedersiniz beni, 

İster Napoli’ye gönderirsiniz.

Ama geri alıp dukalığımı, affettim diye

Beni aldatanları, büyünüze güvenip de

Koymayın beni bu çıplak adada.

Yazının giriş kısmında belirttiğimiz gibi, oyun boyunca Prospero’nun büyü gücüne thou art  (ing. Senin sanatın) olarak atıfta bulunulur. Hatta Prospero büyülü pelerinine bile “sanatım” şeklinde hitap eder, (1.2.24). Shakespeare’ın büyü ve sanat kavramlarını bir kelime oyunuyla birleştirip bunu hikâyenin sonunda güçlerinden feragat edip, inzivaya çekilecek olan bir büyücünün ilmini tanımlamak için kullanması, elbette ki tesadüf değildir. Yaşadığı dönemde de Elizabeth İngilteresinin en ünlü oyun yazarlarından biri olan Shakespeare, ölümünden günümüze kadar olan sürede kendisi hakkında bir sürü spekülasyonun odak noktası haline gelmiştir. Kimileri onun hiç yaşamadığını ve sadece başka bir oyun yazarı Christopher Marlow’un yazılarını yazmak için kullandığı bir takma isim olduğunu savunurken, Frances Yates ve Stephen Orgel gibi eleştirmenler özellikle The Tempest oyunu özelinde Shakespeare’ı büyü temelli bir perspektifden incelemiştir. Ozanlık, şairlik ve büyü arasında etimolojik bir bağlantı görmek de mümkündür. Eski Fransızcada “büyülemek” anlamına gelen incantation kelimesinin kökü, Latincede “şarkı söylemek” anlamına gelen chant kelimesinden gelmektedir. Bu benzerliğin farkında olan Shakespeare, büyü sanatından vazgeçip emekliye ayrılan Prospero’nun son sözleri aracılığıyla bir bakıma tiyatroya ve “sanatına” veda etmiştir. Yazar, gerçekten de The Tempest’ı yazdıktan sonra Stratford’da inzivaya çekilmiş; beş sene sonra ise hayatını kaybetmiştir. Bu bağlamda The Tempest, aynı zamanda otobiyografik izler taşıyan bir oyundur.

Prospero ve Caliban

Miranda, Prospero, Caliban ve Ariel, The Tempest 1. Perde, 2. Sahne - Johann Heinrich Füssli, 1786.
Miranda, Prospero, Caliban ve Ariel, The Tempest 1. Perde, 2. Sahne – Johann Heinrich Füssli, 1786.

The Tempest uzun yıllardır edebiyat kuramcıları ve eleştirmenler arasında kolonyal mi yoksa postkolonyal bir eser olarak mı okunması gerektiği üzerine tartışmalara konu olmuştur.  Geleneksel yorumlarda Prospero siyasi otoritesi gasp edilmiş bilge bir büyücü, Caliban ise vahşi ve şekilsiz bir figür olarak tasvir edilirken, postkolonyal bakış açısı bu dengeleri ters yüz eder. Caliban, Prospero adaya ilk ayak bastığında ona bildiği tüm yiyecek ve su kaynaklarını göstermesine rağmen, karşılığında Prospero tarafından köleleştirilmiştir. Bu açıdan bakıldığı zaman Prospero, adayı işgal eden ve yerlisini tahakküm altına alan bir Avrupalı kolonyalisttir. Caliban ise, mağdur, sömürgeleştirilmiş ve sistemli olarak ötekileştirilmiş, dışlanmış bir yerli figürüne dönüşür.

Oyunda karakterler listesinde “şekilsiz bir köle” olarak tanımlanan Caliban, sömürgeci bakış açısından grotesk ve aşağı bir yaratık olarak görülür. Miranda’nın şu sözleri bu kolonyalist anlayışın kelimelere dökülmüş hali gibidir:

Galiz Köle,

İyilikten zerre nasiplenmemişsin sen,

Her türlü kötülük beklenir senden; acıdım da, 

Konuşasın diye bin türlü zahmete girip,

Saat başı yeni şeyler öğrettim sana. Vahşi Herif, 

Daha kendi dediğini anlamazken,

Yabani hayvanlar gibi uğuldayıp dururken sen,

Meramını anlatabilesin diye kelimeler bahşettim sana. (1.2.355)

Oyun boyunca Trinculo ve Stephano’nun Caliban’a yönelik söylemleri de bu anlayışı güçlendirir. Trinculo onun için şöyle der:

Bu da ne böyle, insan mı balık mı yoksa? (2.2.25)

Caliban’ı iki ayaklı bir balığa benzeten Trinculo ve diğer karakterlerin Caliban’ı olan davranışları, tüm bu aşağılayıcı betimlemeler, dönemin Avrupalı perspektifinin yerlileri nasıl gördüğünü yansıtan bir ayna özelliği taşımaktadır. Caliban muhtemelen diğer karakterler gibi bir insandır fakat kimse onun insanlığının farkında değildir. Caliban’ı Napoli’ye götürüp, tıpkı dönemin Avrupalı kolonicilerinin esir pazarlarında sergilediği yerliler gibi satmayı planlar. Bu durum, Avrupa sömürgeciliğinin yalnızca toprak ve kaynak değil, insan bedenini de bir metaya dönüştürerek sömürgeleştirdiği gerçeğinin alegorik bir temsili haline gelir.

Tempest ve Kolonyalizm

William Shakespeare, The Tempest -George Romney, 1797
William Shakespeare, The Tempest – George Romney, 1797

The Tempest’in yazıldığı dönemde, 17. yüzyıl başlarında, denizaşırı seyahatler, sömürgecilik ve keşif anlatıları İngiltere’de oldukça popülerdi. Shakespeare’ın çağdaşı olan William Strachey’in, A True Reportory of the Wracke, and Redemption of Sir Thomas Gates adlı mektubu, muhtemelen The Tempest’ın doğrudan esin kaynaklarından biri olmuştur. 1609 yılında, Virginia Company tarafından Jamestown’a yerleşimci götüren filonun yaşadığı deniz kazasını ve adada yaşadıkları hayatta kalma mücadelesini anlatan Strachey’in şu sözleri, oyunun başlangıcındaki fırtına sahnesini anımsatır:

4 gün boyunca fırtına, hayal bile edemeyeceğimiz kadar şiddetli huzursuz bir kargaşa içinde esti; sadece gitgide daha da korkunç bir hale bürünmekle kalmıyor, daha da hiddetleniyordu, ardı arkası kesilmeyen fırtınalardan her biri, gelmekte olanı güçlendiriyordu. Bazen gemimizde bu tür kargaşa ve rahatsızlıklara alışık olmayan yolcuların feryatları, sıkışan kalplerimiz, soluk soluğa kalan göğüslerimizle birbirimize bakmamıza neden oluyordu. Feryatlarımız rüzgârda, rüzgarlar da gök gürültüsünde boğuluyordu. İçimizden okuduğumuz dualar bile gemi subaylarının haykırışları arasında eriyip gidiyordu.

Bunun yanı sıra, dönemin bir diğer önemli seyahat anlatısı, Thomas Hariot’un A Briefe and True Report of the New Found Land of Virginia (1588) adlı eseridir. Thomas Hariot, Amerika yerlilerinin Avrupalı kolonyalistler tarafından nasıl algılandığını gözler önüne serer. Hariot, yerli halkın batıl inançlı, barbar ve Hristiyanlıktan habersiz olduğunu öne çıkarırken, onları “eğitilmesi gereken çocuklar” konumuna yerleştirir. Bu söylem, The Tempest’te Prospero ve diğer karakterlerin Caliban’a yaklaşımıyla birebir örtüşür. Shakespeare, The Tempest aracılığıyla yalnızca kolonyalist ve sömürgeci bakış açısını değil, aynı zamanda kolonyal meşruiyet mekanizmalarını da eleştirir. Prospero’nun büyü gücü, aslında Avrupalı kolonicilerin ellerinde tuttukları siyasi ve dinsel otoritenin veya barut gücünün alegorisi olarak yorumlanabilir. Adanın “sahibi” olan Caliban ise, bu otoriteyi meşru kabul etmeyen ama onun altında ezilmek zorunda kalan yerliyi temsil eder, gösterebildiği tek direniş sömürgeci “sahibinden” öğrendiği dil yetisi sayesinde ona küfürler yağdırıp, beddua okumaktır.

Bu bağlamda The Tempest, kolonyal bir anlatı olmanın ötesinde, kolonyal zihniyetin kökenlerini, meşruiyet araçlarını ve sömürü mekanizmalarını da inceleyen erken modern bir metin olarak yorumlanabilir.

Montaigne: Yamyamlar Üstüne

İlk Avrupalı kolonyalistler, Amerikan yerlilerini eğitim ve Hristiyanlık doktrinleri yoluyla uygarlaştırmayı amaçlıyor ve onları aşağı bir insan türü olarak görüyordu. Bu hâkim ve kolonyalist bakış açısına karşın, yerlileri adeta masum bir toplum olarak gören ve onların erdemlerini, doğayla iç içe yaşantılarını öne çıkaran bir görüş de vardı: “Soylu Vahşi” (İng. Noble Savage) tanımı. Bunun en bilinen örneklerinden biri, Montaigne’in “Yamyamlar Üzerine” (İng. On Cannibals) adlı denemesinde karşımıza çıkar. Batı uygarlığının etkisiyle bozulmamış Brezilya halkı Tupinambaları gözlemleyen Montaigne, özel mülkiyet, kişisel çıkar ve servet edinme hırsı gibi kavramlardan uzak olan bu halkı, Avrupalı sömürgecilerin yapay değerlerinden üstün görür. Her ne kadar bir noktaya kadar yozlaşmış ve hırsına yenik düşmüş Avrupalı imgesinin barbarlığını eleştirse de bu bakış, oldukça ütopyacı bir perspektiftir.

Daha önce belirttiğimiz gibi, postkolonyal bir okuma The Tempest oyununda Miranda ve Prospero’yu tipik Avrupalı sömürgeciler; Caliban’ı ise mağdur ve “soylu vahşi” bir yerli, adayı ise Batı uygarlığının gücünün erişemediği ütopik ve bozulmamış bir mekân olarak yorumlayabilir. Prospero, Caliban ve annesi Sycorax’a ait olan adaya el koymuş ve Caliban’dan doğayla ilgili her şeyi öğrendikten sonra onu köleleştirmiştir. Şeytani bir doğaya sahip olan Caliban, Montaigne’in eleştirdiği sömürgeci bakışın vücut bulmuş hâli gibidir. Caliban’ın özü o denli bozuk kabul edilir ki, Mirandanın tüm öğretilerine ve iyi niyetine rağmen onun namusuna kasteder.

Trajedi, Trajikomedi ve Son Söz

Trajedi, The Tempest oyunun başlangıcından on iki yıl önce, Antonio’nun abisi Prospero’nun dukalığını gasp etmesiyle ve onu sürgüne göndermesiyle yaşanmıştır. Fakat Prospero’nun büyüsüyle, bu garip ve ıssız adada, toplumun hem üst hem de alt sınıflarına mensup karakterlerin arasında komedi öğeleriyle çarpıtılarak yeniden canlanır. Bu yönüyle oyun, konvansiyonel anlamda bir trajikomedi ya da eleştirmenlerin deyimiyle “ters yüz edilmiş bir intikam tragedyası” olarak değerlendirilebilir. Güç hırsı, kıskançlık, kavuşamayan âşıklar gibi klasik tragedya temaları, Shakespeare’ın yarattığı ve dış dünyadaki hayatın mikro bir yansıması olan bu adada, komedi unsurlarıyla yeniden biçimlenir. Kozmik bir bakış açısından değerlendirildiğinde ise, tıpkı ozanımızın Macbeth’de söylediği gibi, yalnızca bir saatlik olan rolümüzü oynayıp sahneden ayrılmaya geldiğimiz bu dünyada; kişisel meseleler, ikili çıkar ilişkileri ve iktidar hırsları da aslında oldukça komik ve anlamsız görünür. Oyun, kötülüğe karşı kazanılmış bir zaferi ve insan doğasının acımasızlığını gözler önüne seren karanlık bir tablo çizmenin yanı sıra, Shakespeare’ın insan doğasının portrelenmesi konusunda bilge bir gözlemci olduğunu da seyirciye hatırlatır.

Teşekkür Notu:

Shakespeare’ın Fırtına eserini büyük bir ustalıkla dilimize kazandıran ve bu yazıyı hazırlarken önsözünden yararlandığım Emine Ayhan’a teşekkür ederim.

Kapak Görseli:The Tempest’ten Bir Sahne, William Shakespeare – William Hamilton (1751–1801) I Brighton & Hove Museums

Kaynakça:

Shakespeare, William. Fırtına. Translated by Emine Ayhan, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2020.

Shakespeare, William. The Tempest. Edited by Stephen Orgel, Arden Shakespeare, 3rd series, Bloomsbury, 2015.

Yates, Frances A. The Occult Philosophy in the Elizabethan Age. Routledge & Kegan Paul, 1979.

Strachey, William. A True Reportory of the Wracke and Redemption of Sir Thomas Gates, Knight. 1625. Edited by Louis B. Wright, The Hakluyt Society, 1950. 

Montaigne, Michel de. “Of Cannibals.” The Essays of Michel de Montaigne, translated by Charles Cotton, edited by William Carew Hazlitt, Project Gutenberg, 2006. 

Vaughan, Alden T., and Virginia Mason Vaughan. Shakespeare’s Caliban: A Cultural History. Cambridge University Press, 1991.

Greenblatt, Stephen. Will in the World: How Shakespeare Became Shakespeare. W. W. Norton & Company, 2004.

İlginizi Çekebilir!
Freud’un Tekinsiz Kavramı ve Nermin Yıldırım Romanları