Stutgart’ta Weissenhof Uygulamalı Sanatlar Koleji’nde Grafik Sanatları okuduktan sonra Bauhaus’un fotoğraf bölüm başkanı olan ve Yeni Nesnellik (detaylara ve netliğe önem veren, eleştirel olan dışavurumcu) akımını benimsemiş ünlü fotoğrafçı Walter Peterhans’tan fotoğraf eğitimi alan Grete Stern, Bauhaus eğitiminin de verdiği özgüven ve sanatçı ruhunun kıpırtıları eşliğinde henüz yirmili yaşlarındayken, Berlin’de bir grafik tasarım ve fotoğraf hizmeti veren bir stüdyo kurdu. Ortağı ve arkadaşı Ellen Auerbach ile çocukluktaki takma adlarından oluşan Ringl+pit adındaki bu stüdyoda şevkle çalışan ve avangard tarzını konuşturan Grete Stern, popüler kültürle beraber cezbedici ürünler haline gelmiş öğeler ve onların markaları için alışılmış tarzın dışında yaratıcı reklamlar tasarlamaya koyuldu. Bu ikili ve girişimleri, özellikle farklı objeler, cansız nesneler ve tipografi kullanarak oluşturdukları kompozisyonlarla kadın imajına farklı bir bakış açısı sundular.
Çok sevdiğim şey, fotoğrafçılığın iyi yapılmış harflerden oluşan iyi yapılmış bir tipografi ile bir araya gelmesiydi. Bu benim uzmanlık alanımdı. – Grete Stern
1933 yılında Almanya’da Nasyonal Sosyalizm’in yükselmesi ve Adolf Hitler’in başa geçmesiyle Antisemitik hareketin giderek agresifleşmesi sonucunda özellikle Yahudi kökenli birçok düşünür ve sanatçı ülkeyi terk etmek zorunda kaldı. Yahudi kökenli olan Stern de stüdyosunu kapatarak İngiltere’ye taşındı. İngiltere’de Ringl+pit stüdyosunda ticari amaçla yaptığı reklam fotoğrafçılığından ziyade portre fotoğrafçılığı alanında da çalışmalar yapan Stern, 20 Abbey Road’da Grete Stern Advertising, Artist and Photographer stüdyosunu açtı. O, kendisi gibi sürgüne gönderilmiş kişilerin portrelerini çekti. Psikolojik derinlik ve hassasiyet içeren bu portreler sadece görsel temsilin ötesinde bir samimiyet ve insan doğasını anlatıyordu. Bu fotoğraflarla Stern, özel ve dramatik bir fotoğraf koleksiyonuna sahip oldu. Koleksiyonda Bertolt Brecth, Paula Heimann gibi sanatçıların fotoğrafları da yer alıyordu.
Grete, Bauhaus Okulu’nda eğitim alırken tanıştığı başka bir fotoğrafçı olan Horacia Coppola ile 1935 yılında İngiltere’de evlendi ve sonrasında eşiyle Buenos Aires’e taşındı. Grete Stern, Arjantin’de ilk modern fotoğraf sergisinin kurulmasını sağladı aynı zamanda meslektaşı da olan kocası ile birlikte görsel sanatların gelişmesi için önemli çabalar sarf etti. Stern’ün temel katkılarından biri, portre fotoğrafçılığına devrimci bir yaklaşım getirmesiydi. Portrelerin geleneksel olarak klasik kurallara bağlı olduğu bir ülke olan Arjantin’de, Stern’ün çalışmaları yeni bir görsel dil taşıyordu. Stern, özellikle 1943 yılında portrelerden oluşan sergisinde aşırı aydınlatmadan kaçınan, doğal ışık kullanımı ve sade tarzı ile farkındalık yarattı. Psikolojik derinlikle ve titiz kompozisyonlarla karakterize edilmiş portreleri, konuların özünü hem samimi hem de derin ve yalın bir şekilde yakalıyordu. Bu yaklaşım, yerel fotoğrafçıları da kompozisyon, aydınlatma ve anlatı derinliği konularında cesurca denemelere teşvik etti. Bauhaus modernizmi, sürrealizm ve keskin bir sosyopolitik farkındalığın benzersiz karışımı, onu diğerlerinden ayırdı ve Arjantinli fotoğrafçılar ile sanatçıların tarzlarını etkiledi. Bu da onu Arjantin modern fotoğrafçılığının kurucularından birisi haline getirdi.
Suenos (Rüyalar) ve Psikanaliz Dünyası
Arjantin’de başkanlık yapan Peron’un reformları, aldığı kararlar, yaptığı kısıtlamalar ve baskıcı yönetim tarzı özellikle sol görüşlü vatandaşlar ve sanatçılar tarafından kaygıyla karşılandı. Bu sanatçılardan birisi olan Grete Stern, Peron’un propagandalarına ve yaptırımlarına isyan eden anti-Peronist ve anti-faşist sanat kolektifi Madí’ye katıldı. Madi kolektifi kapsamında da kısıtlamalardan kurtulabilmek için farklı iletişim ve ifade tarzları arayan sanatçılardan birisi haline gelen Grete, o dönem yeni kurulan kadın dergisi Idilio için içerik üretmeye başladı. 1948 yılından itibaren 3 yıl boyunca Idilio’da yer alan ve kadın okuyuculardan gelen rüyaların yorumlandığı El Psicoanálisis te Ayudara” (Psikanaliz Size Yardımcı Olacak) başlıklı psikanaliz sütununda fotomontajları yayınlandı.
Dergide okuyuculardan gelen rüya anlatıları, Dr. Richard Rest takma adı altında sosyolog Gina Germani ve psikolog Enrique Butelman işbirliği tarafından değerlendirilip haftanın vakası seçilen rüya yine Dr. Richard Rest tarafından yorumlanıyor ve Stern tarafından da fotomontajla anlatılıyordu. Stern’ün Idilio ile yaptıkları; sanat, psikoloji ve toplumsal eleştiri arasındaki en büyüleyici kesişimlerden birisiydi. Grete Stern’ün Suenos (rüyalar) ismini verdiği bu serisi, Arjantin’de psikanalizin yayılmasında da oldukça etkili oldu. Çünkü seri, psikanalitik teorinin farklı yönlerini anlatıyordu. Ele aldığı konular ve fotomontajdaki objeler nedeniyle sürrealist gelenek kapsamında kabul edildi. Grete, çektiği fotoğraflardan aldığı parçaları, farklı arka planlar, farklı obje resimleriyle birleştirerek yarattığı bu avangard eserler, psikanaliz konusunda ülkede o kadar farkındalık sağladı ki, disiplinin ülkede resmi olarak kurumsallaşması sürecini bile hızlandırdı. Popüler medyada psikolojik testler, psikolojik sorunlarla ilgili yazılar popüler hale geldi ve daha fazla alan işgal etti.
Suenos ile feminist bir sanat duruşu da sergileyen Stern’ün fotomontajlarında kadınların düştükleri durumlar güvencesiz, tehlikeli ve çaresizlik doluydu, tekinsiz manzaralar ve bolca duygusal açlık, yalnızlık ve hayal kırıklığı içeriyordu. O, Peron rejiminde kısıtlanan, toplumsal hayattaki konumlarından ve hayallerinden olan kadın figürlerini biraz da alaycı bir üslupla zekice işledi, toplumsal normları eleştiren ve kadın deneyimine derin içgörüler sunan güçlü görsel metaforlar yarattı. “Suenos” aracılığıyla Stern sadece teknik ve sanatsal yeteneğini sergilemekle kalmadı, kadınların hayallerini, arzularını, korkularını ve baskılarını tasvir edip onların deneyimlediği sosyal ve ev içi baskıyı da dile getirdi. Bunu da psikanalist metin eşliğinde yarattığı imgeleri, rüyasını anlatan kadınların karmaşık, genellikle bastırılmış duygularını ve düşüncelerini bilinçaltından açığa vurmaya çalışarak yaptı.
Stern’ün ileri görüşlü serisi Sueños (Rüyalar), popüler kadın dergisi Idilio’ya katkıda bulunduğu bir dizi fotomontajdır. Arjantin toplumundaki Peronist rejimin yerine getirilmemiş vaatlerini, kadın hayallerini pratik ve gerçeküstü zeka ile tasvir etti. – Grete Stern’ün Bueanos Aires’teki Sergisi İçin Hazırlanan Modern Sanat Müzesi Tanıtım Yazısı
Grete Stern’ün Fotomontajlarında ve Latin Amerika’da Freud Etkisi
Grete Stern, ardında derin anlatıları imgeler aracılığıyla iletebilme yeteneğini kanıtlayan bir miras bıraktı. Dergi için yaklaşık 150 fotomontajı yayınlanan fakat ne yazık ki bunlardan sadece 46’sı hayatta kalan Stern, orta sınıf kadınının Peronist rejim ve ataerkil toplum karşısında düştüğü durumu, cinsellik ve kadınlık kavramını rüyalar aracılığıyla kışkırtıcı bir tarzda işledi. Aslında bu yaklaşım, psikanalitik teorinin iplikleriyle dokunmuş karmaşık bir dokuyu da sunuyordu. Büyük ölçüde Sigmund Freud’un çığır açan çalışmalarından ilham almıştı ve Freud’un rüyalar hakkındaki devrimci teorilerinden besleniyordu.
Sigmund Freud‘un “Rüyaların Yorumu” (1899) bilinçdışı zihni keşfetmekte yeni bir çığır açtı. Rüyaların gizli arzuların, çözümlenmemiş çatışmaların, bilinçli ve bilinçdışı zihnin arasındaki karmaşık etkileşimin tezahürleri olduğunu öne sürdü. Bu nedenle de rüyaları anlamanın bireyin psikolojisine derin bir bakış sunabileceğini, gizli korkularını, bastırılmış duygularını ve gerçekleşmemiş arzularını ortaya çıkarabileceğini savundu.
Gerek Stern’ün kolajları gerekse Dr. Richard Rest’in yorumlarında da rüyalar, tıpkı Freud’un da öne sürdüğü gibi bastırılmış korkular ve arzular ışığında ele alındı. Bir nevi rüya anlatısı ile okuyucunun bilinçaltına inilmeye çalışılıyor ve o eşikten geçip rüyadaki objeler, yaşanılan durum yorumlanıyordu. Okuyucularının rüyaları hakkında yazdıkları mektuplardan seçilenler, Stern tarafından, kişisel anlatıları evrensel olarak anlaşılan simgeler haline getirdi, böylece Freud’un rüya analizinin özünü yakaladı. Her fotomontaj, insanın bilinçaltı akımlarına dalmak için sembolizmi kullanan görsel bir metafor haline geldi.
Stern’ün kullandığı Freudyen sembollere örnek olarak; kafese kapatma, yarı insan yarı hayvan beden, gereğinden büyük olarak verilmiş ev objeleri, aynalar ve yansımalar verilebilir. Freudyen bakış açısıyla; kafes arzuların sınırlandırılmasını veya bilinçdışı zihnin süper ego tarafından tutsak edilmesini simgeliyor olabilir. Yarı insan yarı hayvan bedenler ilkel içgüdülere, id’in üstünlüğüne gönderme yaparken, büyük ev objeleri sorumlulukların altında ezilmiş olmayı ve aynalardan yansıyanlar ise bastırılmış arzuların farkına varmayı anlatıyor olabilir.
Freudcu bir bakış açısıyla rüyaları yorumlayarak, Stern sadece bireysel bilinçaltına inmekle kalmadı, aynı zamanda ataerkil bir toplumda kadınların kolektif bilinçaltı mücadelesini de ortaya çıkardı. Eserleri, Freud’un teorisinin kalıcı önemine güçlü bir tanıklık sunarken, aynı zamanda onları genişleterek kendi zamanındaki feminist hareketle bağlantıya girmelerini sağladı. Sürrealizm’in psikanalizden beslendiğini düşündüğümüzde, Grete Stern gibi avangard ve yenilikçi sanatçıların konseptlerinde ve eserlerinde bu yeni teorileri kullanmaları normaldi. Üstelik kendisi baskıcı rejim nedeniyle ülkesini terk edip sürgünde yaşamak zorunda kalmış ve sonrasında ise Arjantin’de kadınlara karşı baskıcı olan, gerici bir yönetimin altında yaşamıştı. Tüm bu zorluklar ve etkileri belki de onu kendi bilinçaltına daha fazla yönelmeye ve bir şeyleri açığa çıkarma konusunda daha cesur olmaya yönlendirmişti.
Sürrealist ve psikolojik iç görünün benzersiz bir karışımıyla, Stern’ün fotomontajları hala büyüleyici ve ilham verici olmaya devam ediyor, gerçekliği şekillendiren ve yansıtan rüyaların derinlemesine bir keşfini sunuyor. Bu nedenle yakın zamanda Londra’daki Freud Müzesi de Freud & Latin America isimli sergisinde Stern’ün eserlerine ve Latin Amerika üzerindeki etkisine geniş yer ayırdı. Nitekim günümüzde Bueno Aires’in kişi başına düşen en yüksek psikanalist sayısına sahip şehirlerden birisi olduğu göz önünde bulundurulduğunda, kıuşkusuz bu durumda Grete Stern’ün etkisi yadsınamaz.