Bu yaz Fontaines D.C.’nin İstanbul’da verdiği konser, sosyal medyada ve müzik çevrelerinde uzun süre konuşuldu. Kalabalığın coşkusu, şarkılara eşlik eden kitlesel duygulanım ve konserin ardından gelen yorumlar, bir konserden fazlasının yaşandığını gösteriyordu. Bu ilginin odağında ise sadece Fontaines D.C. değil, onlarla birlikte anılan yeni bir müzik dalgası var: Crank wave. Zira Fontaines D.C. yalnız değil: Dry Cleaning ve black midi ve daha nice grubu içeren bu yeni dalga, klasik post-punk’ın izlerini taşısa da yeni bir kuşağın estetik ve politik ifadesine dönüşmüş durumda.
Müzik türlerinin çoğu zaman yalnızca estetik tercihlerle değil, bir kuşağın içinde bulunduğu tarihsel ve toplumsal koşullarla şekillendiği söylenebilir. Bu bağlamda crank wave olarak adlandırılan bu yeni post-punk dalgasının, kuşkusuz Brexit’in ardından genç kuşak üzerinde oluşan gelecek kaygısı, kimlik krizleri ve aidiyet sorularıyla doğrudan ilişkili olduğunu söylemek yerinde olacaktır. 2016’daki referandumdan itibaren İngiltere’de genç nüfusun kendilerini temsil edilmemiş hissettiği, geleceğe dair umutlarını kaybettiği ve sosyal güvencelere dair güvenin zedelendiği bir döneme girildi. Avrupa ile kurulan bağların kesilmesi sadece ekonomik değil, kültürel bir travma da yarattı. İşte bu travmanın sonucu olarak ortaya çıkan crank wave, geleneksel müzik yapılarından kopuk, ironik, parçalı ve yer yer donuk bir ifade diliyle gençliğin bu kırılgan haline ses veriyor.
Kuşkusuz crank wave, köklerini 1970’lerin sonu ve 80’lerin başında ortaya çıkan klasik post-punk’tan alıyor. Ancak bu yeni dalga, selefinden belirgin biçimde ayrışan bir ifade dili kuruyor. Klasik post-punk grupları Joy Division ya da The Cure gibi isimler içe dönük, melankolik ve yer yer karanlık bir atmosfer yaratırken, crank wave grupları çok daha dışavurumcu, öfkeli ve gergin bir tonla konuşuyor. Bu yeni kuşak, kişisel yalnızlık ya da varoluşsal bunalımlardan çok, toplumsal kopuşlara ve kültürel çöküş hissine odaklanıyor.
Crank wave’in dağınık yapısı, anlatısızlığı ve yer yer saldırgan estetiği yalnızca bir müzik tarzı değil, bir kopuşun ve hayal kırıklığının dili olarak da okunabilir.

Crank wave’in biçimsel özellikleri ise onu klasik post-punk’tan ayıran temel unsurları da ortaya koyuyor. Bu türde vokallerin çoğunlukla konuşur gibi, neredeyse duygusuz bir şekilde icra edildiğini söyleyebiliriz. Dry Cleaning’in Florence Shaw’unda olduğu gibi, ses tonundaki tekdüzelik aslında gündelik olanın tekinsizliğini çağırır. Şarkı sözlerinde kişisel notlar ya da rastgele gözlemler gibi gündelik unsurlar yan yana getirilerek, bilinç akışıyla absürde yaklaşan bir anlatı kurulur. Bu parçalanmış yapı, dinleyicide anlam arayışını boşa çıkaran, huzursuz edici ama tanıdık bir evren yaratır. Geleneksel melodik yapıların dışına çıkan bu şarkılar, çoğu zaman parçalı bir ritme, alışıldık olmayan geçişlere ve yer yer kakofonik bir dokuya sahiptir.
Tüm bunlar bir araya geldiğinde, crank wave, dinleyicide tanıdık olanı yabancılaştıran ve bu yolla rahatsız eden bir estetik sunar: Bir anlatı kurmaktan çok, parçalı ve tekinsiz bir atmosfer yaratmayı hedefler.
Crank Wave’in Öne Çıkan İsimleri

Crank wave’in öne çıkan isimleri arasında yer alan Fontaines D.C., bu türün hem estetik hem de politik yönlerini en görünür biçimde taşıyan gruplardan biri. Dublin çıkışlı grup, şiirsel söz yapıları, punk’tan miras kalan öfkeyi bastırılmış bir tonla sunma biçimi ve toplumsal yabancılaşmaya karşı geliştirdiği duyarsız ama keskin tavrıyla öne çıkıyor. Özellikle Dogrel (2019) albümündeki “Too Real” parçası, bu tarzın karakteristik bir örneği olarak görülebilir. Şarkının nakaratında sürekli tekrar eden “Is it too real for ya?”, postmodern bir boşluk hissi ve bir kimlik sorusu ortaya koyuyor. Fontaines D.C.’nin müziği, bir anlamda boşlukla kurulan ilişkiyi sorgularken sözlerinde sık sık tekrar eden gündelik imajlar ve anlamı bilinçli olarak bozan yapı, crank wave’in “parçalı ve tekinsiz atmosfer” estetiğine güçlü bir örnek sunuyor.
Grup, 2024 tarihli son albümü Romance’ta da bu parçalı ve tekinsiz anlatım biçimini sürdürüyor. Albümde yer alan “Starburster” adlı parça, bastırılmış öfke, panik bozukluğu metaforları ve dağınık vokal yapısıyla crank wave’in kaotik, öfke dolu yüzünü oldukça iyi yansıtıyor. Bu parça, tekrar eden sıradan imgeler ve anlamın sınırlarını bulanıklaştıran anlatım tarzıyla crank wave’in karakteristik estetik dağınıklığını ve rahatsız edici duygu geçişlerini içinde barındırması açısından öne çıkan bir örnek.
2018 yılında Londra’da kurulan Dry Cleaning, crank wave sahnesinin dikkat çeken gruplarından bir diğeri olarak öne çıkıyor. Grup, şarkı sözlerinde gündelik hayatın sıradan detaylarını, toplumsal belirsizlikleri ve bireysel yabancılaşmayı kuru bir mizah ve mesafeli bir tonla birleştiriyor. Florence Shaw’un konuşur gibi söylediği vokalleri, hem biçimsel olarak alışılmış kalıpları kırıyor hem de crank wave’in ifade aralığını genişleten bir yorum getiriyor. Ayrıca, kadın vokalin merkezde yer almasının, erkek egemen post-punk geleneğinden farklılaşan bir temsil düzlemi yarattığını da ekleyebiliriz.
Shaw’un neredeyse duygusuz gibi tınlayan sesi, anlamsızlığın altını çizerken aynı zamanda güçlü bir ironi duygusu yaratıyor.

Grubun 2021 yılında yayımlanan albümü New Long Leg, yalnızca müzikal olarak değil, söz yazımı bakımından da crank wave’in karakteristik özelliklerini taşıyan önemli bir çalışma olarak öne çıkıyor. Albümdeki parçalar, gündelik olanı absürd ve yabancılaştırıcı bir dille yeniden kurarken, dinleyiciyi sözlerdeki boşluk ve anlam kaymalarıyla karşı karşıya bırakıyor. Özellikle Scratchcard Lanyard parçası, bu yaklaşımın güçlü bir örneği. “Do everything, feel nothing” sözleriyle, günümüz bireyinin sürekli eylem halinde olup hiçbir şeye tam anlamıyla temas edemediği hissini dile getiriyor. Şarkı, Shaw’un tekdüze ve mesafeli vokalleriyle birleşince, uyuşmuşluk ve anlamsızlık duygusunu derinleştiriyor.
Dry Cleaning’in soğukkanlı ve mesafeli tarzından sonra, crank wave sahnesinin daha karmaşık, çarpıcı ve deneysel yüzüyle tanışıyoruz: black midi. 2017 yılında Londra’da kurulan ve yayınladıkları 3 stüdyo albümünün ardından ne yazık ki 2024 yılında dağılan grup, crank wave sahnesinin daha deneysel ve çarpıcı uçlarından birini temsil ediyor.
Grubun müziğinde, math rock’tan caz füzyona, progresif rock’tan noise rock’a kadar uzanan geniş bir müzikal yelpaze yer alıyor. Müziklerinde yer yer grotesk, yer yer hicivle örülü bir anlatı bulunuyor, sahne performansları ise teatral ve fiziksel anlamda yoğundu. Vokalist Geordie Greep’in yarı konuşur yarı bağırır vokalleri ve parçaların ani geçişlerle dolu yapısı, dinleyicide rahatsız edici bir gerilim yaratıyor. Bu da crank wave’in istikrarsızlık ve yabancılaşma duygusuyla olan ilişkisini pekiştiriyor.

black midi’nin Hellfire (2022) albümü, crank wave’in teatral ve kaotik tarafını en iyi yansıtan işlerinden biri olarak öne çıkıyor. Bu albümde grup, müziği adeta bir kabare performansı gibi sahneliyor: Anlatı yoğunluğu, ani tempo değişimleri ve stil kırılmalarıyla dikkat çekiyor. Albümde yer alan Sugar/Tzu parçası ise bu kırılmaları yansıtması açısından çarpıcı bir örnek. Şarkı, sirk atmosferini andıran yapısıyla hem ritmik karmaşayı hem de dramatik anlatımı bir araya getiriyor. Ayrıca şarkı, şiddetin eğlenceye dönüştüğü absürd bir boks maçını sahneleyerek, modern hayatın kaotik ve anlamsız doğasına teatral bir bakış sunuyor. Gitar riff’leri, nefesliler ve vokal performansıyla da bir savaş alanını andıran bir dünyayı resmediyor: Aynı anda hem absürd hem tehditkar. Bu zıtlıklar ise şarkının dinleyiciyi hem eğlendiren hem de huzursuz eden bir deneyime dönüşmesini sağlıyor.
Bütün bunların ekseninde crank wave’in, hem estetik hem içerik açısından dinleyiciyi alışılmadık, çoğu zaman da rahatsız edici bir deneyime davet ettiğini söylemek yerinde olacaktır. Fontaines D.C.’den Dry Cleaning’e, black midi’den pek çok bağımsız isme uzanan bu akım, çağın dağınıklığını, aidiyetsizlik duygusunu ve modern bireyin içsel karmaşasını farklı biçimlerde yansıtarak kendi karanlık çekiciliğini kuruyor. Belki de şehirlerin kaotik temposu, insanların yaşadığı aidiyet krizleri ve sürekli dönüşen toplumsal dinamikler, bu müziğin içindeki dağınıklıkla bir bağ yaratıyor. Çünkü crank wave, yalnızca bir müzik türü değil, bir tür ifade biçimi olarak da okunabilir. İstanbul’da gerçekleşen Fontaines D.C. konserinin yoğun ilgi görmesi ise bu müziğin Türkiye’de de karşılık bulduğunu gösteriyor. Peki bu ilgi, yalnızca müzikal bir beğeniden mi ibaret? Yoksa Türkiye’de de bastırılan öfke, yönsüzlük ve sıkışmışlık hissi giderek daha fazla insanın ortak duygusu haline mi geliyor?