Antik Yunan mitolojisinde Narkissos, kendi yansımasına âşık olan gençtir. Hikâyede, sudaki görüntüsüne kapılır ve bu hayranlık, sonunda kendi varlığını tüketen bir “kapanmaya” dönüşür. Bu mit, yüzeyde bireysel bir trajediyi anlatıyor gibi görünse de aslında insanın kendisiyle, ötekiyle ve dünya ile kurduğu ilişkinin kırılgan doğasına işaret eder. Narkissos’un hikâyesi varoluşsal bir metafordur:
Kendine kapanan özne, er ya da geç gerçeklikle bağını kaybeder.
Bugün Narkissos miti, modern ve özellikle dijital çağın bireyine dair güçlü bir alegori olarak okunabilir. Görünür olma arzusu, toplumsal beğeniye duyulan bağımlılık ve benliğin kendi imgesine sıkışması Narkissos’un sudaki kaderini tekrarlar. Artık “su”, akışkan dijital ekranların yüzeyidir; insan, kendini burada seyretmekte, kendi varlığını burada onaylamak istemektedir. Zamanla görüntü ile varlık arasındaki sınır bulanıklaşır; görünen, gerçeğin yerine geçer.
Narkissos’un susuzluğunu dindiremeyen su gibi, dijital çağın insanı da kendini doyuramayan bir imgeye mahkûm edilmiştir. Bu nedenle mit, yalnızca geçmişin bir efsanesi değil, çağdaş bireyin ruh hâlini kavramak için ontolojik bir anahtardır.
Narsisizmin İzinde

Psikanalitik literatürde “narsisizm” kavramı ilk kez Sigmund Freud tarafından sistematik biçimde açıklanmıştır. Freud, 1914 tarihli On Narcissism: An Introduction başlıklı metninde narsisizmi, benliğin libidinal yatırımın nesnesi hâline gelmesi olarak tanımlar. Burada birey, sevgiyi dış dünyadaki nesnelere yöneltmek yerine kendi benliğinde yoğunlaştırır. Freud’a göre narsisizm, gelişimsel sürecin doğal bir evresidir; ancak patolojik biçimde kalıcılaştığında öznenin dünyayla ve başkalarıyla kurduğu ilişki zayıflar.
Freud’un teorik çerçevesi, 20. yüzyılın sonlarında toplumsal analizlere de uyarlanmıştır. Amerikalı tarihçi ve sosyal eleştirmen Christopher Lasch, 1979’da yayımladığı The Culture of Narcissism adlı eserinde modern Batı toplumunun karakter yapısını narsisistik bir yönelim üzerinden çözümler. Lasch’a göre ileri kapitalist toplumlarda birey, sürekli tüketim döngüsü içinde yeniden üretilir; reklam, medya ve popüler kültür, benliği sürekli kendi imgesine dönmeye zorlar.
Narsisizm, yalnızca bir kişilik bozukluğu değil, toplumun işleyişini sürdüren bir kültürel mantıktır.
Lasch, özellikle Amerika’yı örnek alarak, bireyin politikadan sanata, gündelik yaşamdan aile ilişkilerine kadar her alanda kendine dönük bir hayranlıkla yaşadığını gözlemler. Bu kültürde başarı, onaylanma ve “kendini gerçekleştirme” ideali, derinlikli bir kimlik inşası yerine yüzeysel bir imaj yönetimine indirgenir. Toplumsal bağların çözülmesi, kolektif amaçların zayıflaması ve kamusal alanın daralması, narsisizmi bireysel bir sorundan öte kültürel bir norm hâline getirir.
Lasch’ın vurgusu, çağdaş toplumun narsisistik eğilimlerinin yalnızca bireyleri değil, siyasal ve toplumsal kurumları da dönüştürdüğü yönündedir. Bu kültür, yurttaşlık sorumluluğu yerine bireysel tatmini, topluluk yerine benlik imgesini öne çıkarır.
Algoritmik “Bakış”
Jean-Paul Sartre, L’Être et le Néant (Varlık ve Hiçlik, 1943) adlı eserinde geliştirdiği “bakış” (le regard) teorisiyle öznenin ötekiyle kurduğu ilişkinin varoluşsal niteliğini ortaya koyar. Sartre’a göre insan, ötekinin bakışıyla kendisini nesne olarak deneyimler; varlığının farkına ancak ötekinin perspektifinde varır. Bu durum, özgürlüğün ve özbilincin hem imkânı hem de sınırıdır.
Dijital çağda bu ontolojik dinamik, görünürlüğün ve onayın kültürel norm hâline gelmesiyle dönüşmüştür. Sosyal medya, bireyin sürekli bir “bakış” altında yaşamasını normalleştirir. Ancak bu bakış, Sartre’ın anlattığı gibi yüz yüze bir ötekinin varlığından değil, algoritmalar ve sanal kitlelerin soyut gözünden gelir. Böylece varoluş, “beğeni” sayıları ve “etkileşim” istatistikleriyle ölçülür.

İnsan ilk önce var olur, ortaya çıkar, sahnede görünür ve ancak ondan sonra kendisini tanımlar.
Jean-Paul Sartre
Bu noktada görünmek, var olmaktan daha gerçek sayılır. Birey, kendi içsel bütünlüğünü inşa etmekten çok, ötekinin bakışında yer edinmeye yönelir. Sartre’ın felsefesinde ötekiyle karşılaşma, öznenin kendi özgürlüğünü yeniden kurduğu bir deneyimdir; fakat dijital çağda bu bakış, özgürlüğü açığa çıkarmaktan çok bağımlılığı derinleştirir. İnsan, bir profilin yönetimine indirgenir.
“Profil”, modern bireyin ontolojik maskesi hâline gelmiştir. Öznenin varlığını sergilediği değil, varlığının yerini aldığı bir yüzey… Böylece Sartre’ın özgürlükle iç içe tanımladığı “ötekinin bakışı”, dijital çağda bir gözetim ve hüküm aracına dönüşür.
Dijital Benlik ve Görünürlük
Narkissos’un hikâyesi, yalnızca bir mitolojik trajedi değil, “çağdaş” bireyin varoluşunu kavramak için keskin bir metafordur.

Tarih boyunca düşünürler, sosyologlar ve eleştirmenler insanın anlam arayışını, toplumsal bağların çözülmesini, görünürlük ve onay arzusunu farklı kavramlarla dile getirmiştir. Bugünün bireyini anlamak için Freud’un, Lasch’ın, Sartre’ın veya başka filozofların kavramlarına başvurulması tesadüf değildir. Hepsi aynı ağın parçalarıdır; çağdaş bireyin ruh hâli, bu kavramsal süreklilik içinde okunabilir.
Cehennem, başkalarıdır.
Jean-Paul Sartre
Bugünü farklı kılan ise bu eski kavramların dijital dünyada aldığı biçimdir. Daha önce kamusal alanda, ailede, toplumsal kurumlarda gözlemlenen narsisistik eğilimler şimdi ekranların hızında çoğalmakta; Sartre’ın ötekinin bakışı artık yüz yüze bir ilişki değil, algoritmik bir onay sistemine indirgenmektedir. Sürekliliğin yerine kesintisiz güncellenme, aidiyetin yerine geçici etkileşim, anlamın yerine verinin dolaşımı geçmiştir.
Narkissos’un sudan içememesi gibi, modern birey de imgesinden beslenemez. Görünürlük, varoluşun ikamesi olur; profil, ruhun maskesine dönüşür. Dijital narsisizm, bireyin kendine dönük bir hayranlık içinde çürümesi değil yalnızca; aynı zamanda insanın tarihsel varoluşsal sorunlarının, dijital çağda yeni bir yüzle tekrar sahneye çıkışıdır. İnsanoğlu bu sorunlara yabancı değildir, ama bugün fark, onların hızla ve küresel ölçekte yeniden üretilmesidir.
Narkissos’un kaderi, bugünün dijital bireyine yöneltilmiş sessiz ama keskin bir uyarıdır: İmgenin büyüsü susuzluğu gidermez; insan yalnızca görünmekle değil, anlamak ve anlamlandırmakla yaşar.
Kapak Fotoğrafı: Echo and Narcissus – John William Waterhouse, 1903