Marjinal, Sanatçı ve Aktivist Kimliğin Birleşimi: Nan Goldin

1980'lerde New York'ta arkadaşları ve sevgililerinin portre fotoğraflarını çekerek adını duyuran Goldin, elli yıllık kariyeri boyunca aşk, empati ve kayıp deneyimleri en çıplak haliyle yakalayarak zamanın en etkili fotoğrafçıları arasına girdi.
Nan Goldin

Fotoğraflarım her zaman empati ve aşktan gelen işlerdi. Bana çirkin görünen ya da beni rahatsız eden hiç kimseyi çekmedim.

NAN GOLDIN

Sanat dünyasının sevilen, asi ve tartışmalı fotoğrafçısı Nan Goldin’in ham görüntülerden beslenen işleri, bedenle ilgili konulara, LGBTQ+ ve yakınlık sorunlarına, depresyona, HIV krizi ve uyuşturucu kullanımına oldukça hüzünlü ve son derece kişisel bir bakış açısına sahip.

Nan Goldin
Nan Goldin

Oldukça zor ve çalkantılı bir çocukluk geçiren Goldin’in hayatındaki dönüm noktası rol modeli ve çok yakın olduğu ablası Barbara’ydı. Barbara’nın 19 yaşında intiharı Goldin’i evden kaçmaya sevk etti. Goldin isyan etti, kaçtı ve asi arkadaşlarından oluşan kendi kabilesini buldu. Fotoğrafçılık onun için, korkunun içinden geçmesine olanak tanıyan bir çıkış noktasıydı; fotoğraf çekmek bir nevi koruyucuydu. Arkadaşlarının ve sevdiklerinin fotoğraflarını çekerek onlarla bağlantı kurdu ve korkusunu yenmeye çalıştı.

Benim için fotoğraf çekmek kendini izole etmek değil. Bu birine dokunmanın bir yolu. Bu bir dokunma, bence aslında insanlara kendi ruhlarına erişme olanağı vermenin bir yolu.

Nan Goldin’in fotoğrafları, doğal ışık kullanımı, samimi çerçeveleme ve konularıyla doğrudan duygusal bir bağ kurma özellikleriyle karakterize oldu. Görüntüler, genellikle derinden kişisel olup, yaşamın karmaşıklıklarından veya karanlık yönlerinden kaçınmadan samimiyet ve dürüstlükle hikayeler anlatıyordu. Bu bağlamda da Goldin, kültürel farklılıklardan ve şehrin canlı gece hayatından oldukça beslendi, karşı kültürün sesi oldu.

Fotoğrafçılığında İlk Adım: The Ballad of Sexual Dependency

Çalışmalarımın arkasında entelektüel bir teori yok. Her şey deneyimsel ve duygusal.

Fotoğraf sanatçısı olarak Goldin, “insanların okumasına izin verdiği görsel günlüğü” olarak tanımladığı The Ballad of Sexual Dependency adlı projesiyle tanınmaya başlandı. Bu günlük onun ailesinin sevinçleri ve üzüntüleri arasında sürükleyici bir yolculuk niteliği taşıyordu. Söz konusu aile, kan bağı olan bir aile değil, kendisinin bağ kurduğu ve seçtiği arkadaşları, sevgilileri, drag queen’ler, uyuşturucu bağımlıları, yazarlar, sanatçılar ve striptizcilerden oluşan bir topluluktu. Bunlar Goldin’in özneleri değil tam aksine aralarında yaşadığı, yakınlık hissettiği kişilerdi.

Brian and Nan in Kimono - Nan Goldin
©Nan Goldin – Brian and Nan in Kimono, 1983 (The Ballad of Sexual Dependency)

Slayt gösterisi olarak hazırladığı fotoğrafları anıtsal bir ölçekte kullanarak, senkronize bir film müziği eşliğinde yaklaşık yedi yüz görüntünün sürekli değişen bir derlemesi aracılığıyla East Village punk boheminin kroniğini yarattı. Politik, kırılgan ve çok dürüst bu çalışma, belgesel fotoğrafçılık türünü yeniden tanımladı.

The Ballad of Sexual Dependency - Nan Goldin
©Nan Goldin – Self Portrait in Blue Bathroom, 1980 (The Ballad of Sexual Dependency)

Nan Goldin, yaptığı işin çoğunlukla düzenleme olduğunu söylüyor: 

Fotoğrafları nasıl çektiğim ve onları nasıl kullandığım iki farklı şey.

Onları aslında politik yapan tam da bu oldu. Sevdiği özneleri çektikten sonra onları nasıl kullandığı fotoğrafçılığının özünü oluşturuyordu. Goldin, her zaman çektiği fotoğrafları yeniden edit etmenin bir yolunu buluyordu.

Hayatımın kaydını güncellemeye devam etmek istiyorum.

The Ballad of Sexual Dependency, sadece fotoğrafçıların konularına nasıl yaklaştığını değiştirmedi, izleyicilerin yüzeyin ötesinde daha derin hikayelere ve duygulara bakmaya teşvik ederek onların fotoğraflarla nasıl etkileşime girdiğini de değiştirdi. Dünya çapında fotoğrafçıları, sanatçıları ve hikaye anlatıcılarını etkilemeye devam eden önemli bir çalışma olarak tarihte yerinde aldı.

Nan Goldin Louvre’da: Love of Looking

Goldin’in kariyerinin ortasındaki retrospektif sergisi olan I’ll Be Your Mirror, 1996’da New York’taki Whitney Amerikan Sanatı Müzesi tarafından düzenlendikten ve Avrupa’nın her yerine yayıldıktan sonra Louvre Müzesi’nden özel bir sipariş geldi: Scopophilia.

©Courtesy of the, Nan Goldin - Scopophilia
©Courtesy of The Artist, Nan Goldin – Cleopatra, 2014 (Scopophilia)

Yunanca olan Scopophilia terimi, kelimenin tam anlamıyla “bakma sevgisi” anlamına geliyor, aynı zamanda bedenin görüntülerine bakmaktan elde edilen erotik hazzı da ifade ediyor. Goldin bu işle, Louvre’un koleksiyonunu kariyeri boyunca çektiği fotoğraflarla eşleştirerek cinsiyetin akışkanlığını ve arzunun sürekliliğini fotoğrafladı. Goldin’in kariyeri boyunca peşini bırakmayan konular ve temalar, Louvre’da Goldin tarzıyla oldukça sıra dışı bir şekilde hayat buldu.

Avrupa’dan kopmayan Goldin, Venedik Bienali’ndeki ilk sunumu için Sirens’in (2019–2021) yeni bir versiyonunu, ilk kez denediği “found footage” tekniğini kullanarak yarattı. Bu iş için Fellini’den Warhol’a kendisinin en sevdiği otuz filmden seçilen sahneleri Mica Levi’nin yeni müzikleriyle yan yana getiriyordu. Filmin başlığı uyuşturucu kullanmanın tehlikelerine ve kurtulmanın zorluğuna gönderme yaparken bu anların zevkinin görkemli ve romantik bir yorumunu sunuyordu. 

Aktivizim ve Sanat Birleşirse!

Opioid krizinden sağ kurtuldum. Kıl payı kurtuldum.

Nan Goldin sadece ünlü bir fotoğrafçı değil aynı zamanda tutkulu bir aktivist, özellikle opioid krizine ve Sackler ailesinin rolüne karşı açıkça mücadelesiyle de tanınır. Onun, OxyContin ile ilişkisi, 2017 yıllarında geçirdiği bir ameliyat sonrası bu ilaç reçete edilince başlıyordu. Talimatlara göre almasına rağmen bir gecede hızlıca bağımlı olan Goldin’i bu bağımlılık, Oxy için parası bitince uyuşturucuya oradan da aşırı doz almaya sürükledi. Ocak 2017’de Massachusetts’te rehabilitasyona giderek iyileşen Goldin için Sackler ailesine karşı açtığı savaş oldukça kişisel bir anlama sahip.

Arkadaşlarımın çoğunu AIDS yüzünden kaybettim. Kenarda durup başka bir neslin yok olmasını izleyemem.

Guggenheim Müzesi
Guggenheim Müzesi

Kendi ilaç kullanımı sonrasında opioid salgınının daha geniş etkisini fark etti ve sorumluların hesap verebilirliğini sağlamak ve farkındalık yaratmak için kurduğu P.A.I.N adlı aktivist grupla beraber yaptığı protestolar, müzelere sanat için bağışlar yapan Sackler ailesinin isminin British Museum, Solomon R. Guggenheim Müzesi, Musée du Louvre, Metropolitan Sanat Müzesi, Serpentine Galleries, Tate ve diğer müzeler ve üniversitelerden kaldırılmasına yol açtı. Ayrıca Goldin’in ve P.A.I.N’in aktivizmi, sanat kurumlarının bağışları nasıl ele aldığı konusunda önemli değişikliklere de yol açtı. Birçok müze, gelen bağışlarda etik finansman uygulamalarını da dikkate almaya başladı.

Louvre Müzesi
Louvre Müzesi
All The Beauty and the Bloodshed - Nan Golden Belgeseli

Goldin, sanat tarafında zafer kazanmış olsa da aile üyeleri yargılanmadıkları için hala kızgın. Bu müthiş protestoların hikayesini, Goldin’in kişisel hayatına oldukça melankolik biyografik yolculuğunu da katarak aktaran Venedik Uluslararası Film Festivali’nde Altın Aslan alan Oscar adayı “All The Beauty and the Bloodshed” belgeselinde ayrıntılı olarak da veriliyor.

Kaçırılmaması Gereken Bir Sergi: “This Will Not End Well”

Berlin’de 23 Kasım 2024’de Berlin Neue Nationalgellerie’de kapsamlı bir genel bakış sunan retrospektifi ile ilk defa Alman sanatseverlere buluşan Nan Goldin için Berlin ayrı bir önem taşıyor. Goldin’in Berlin’deki bu sergisi, daha önce de ortak çalışmalar sergilediği mimar Hala Warde’nin tasarladığı 6 farklı ve benzersiz binada yer alıyor.

Hayatımın en güzel yılları burada Berlin’deydi. Kendimi rahat hissettiğim ve arkadaşlarıma karşı gerçek sevgi duyduğum tek yer Berlin.

Her zaman film yapmak istediğini söyleyen Goldin için bu sergi bu sebepten ötürü ayrıca bir önem taşıyor. This Will Not End Well, yaşayan en büyük sanatçılardan biri olan Goldin’in 50 yıllık sanat yolculuğuna adeta bir teşekkür niteliğinde.

İlginizi Çekebilir!
Kapitalizmden Sıkılanlar İçin Sitüasyonist Yaşam Rehberi