Mekanlar tarihi hafızanın yaşayan bekçileri olduğu kadar görsel hafızanın da en büyük eşlikçileridir. Efsane odur ki İstiklal Caddesi’nde yüz yılı geçkin süredir iki kadın yaşar. Bu sebeple de Markiz denildiğinde ilk önce akla bu iki kadın düşer. Birinin adı “İlkbahar” diğerinin ise “Sonbahar” olan ve seneler geçse de güzelliklerinden bir şey kaybetmeyen bu iki kadın yıllar boyunca yaşadıkları yerde nice sevinçlere ve kederlere şahit olurlar. İlk buluşmalar, ilk aşklar, ilk heyecanlar, evlilik teklifleri, kimi zaman renkli balolar ve davetler, hararetli fikir tartışmaları ve bazen de son vedalar… Tüm bunlar senelerce şehrin sosyo-kültürel hafızasına şahit olan bu iki zarif kadının bulunduğu yerde, yani Markiz Pastanesi’nde yaşanır.

Pera ve Pastanecilik Kültürü
Şehirlerin önemli hafıza noktaları vardır. Bu noktalarda şehrin tüm yaşanmışlığı yıllar geçse de tazeliğini korur. Bu yaşanmışlıklar kimi zaman özlemle anılır kimi zaman o eski günlerin bir daha geriye gelmeyişine hayıflanılır. Kimi zamansa her ne kadar çabalanırsa çabalansın o eskinin niteliğine kavuşulamayacağı düşünülür. Bu son durak insanın kemiklerine işleyen bir soğukluk durağıdır çünkü bu hafıza mekanları insanla şehrin ne denli iç içe yaşadığını aksi ispat edilemez bir belge niteliğinde sunar. İnsanlar değişir, insanlarla birlikte kültür yapısı değişir, zaman gelişir ve tüm bunlardan etkilenen semtler, caddeler, sokaklar da dönüşüme uğrar.
Günümüzde daha çok “Arap” zevkine hitap eden, bol şatafatlı ve kocaman tabelaların göze sokulurcasına asılı olduğu açık bir alışveriş merkezini andıran Beyoğlu, yıllar öncesinde rafine zevklerle tasarlanmış mekanların olduğu bir yaşam merkezi konumundadır. İnsanlar ve mekanların birbirlerini yaşayarak şekil almışlığının en güzel örneklerinden olan Pera, Tanzimat Dönemi sonrasında İstanbul’un Batı’ya açılan yüzü olur. Bir zamanların Cadde-i Kebir’i ya da Osmanlı döneminde Levanten gayrimüslim azınlığın yaşadığı bir bölge olarak, onların söylemiyle “Grande Rue de Péra”; şehrin modernleşme pratiğinin gerçekleştiği, sosyo-kültürel yapısını yeniden şekillendiren bir yerdir.
Batılılaşma hareketinin etkisiyle beraber İstanbul’da ilk olarak Pera’da görülmeye başlayan pastaneler (patisserieler) insanları bir araya getiren, kent dokusuna katkıda bulunan “uğrak noktalar” olmaya başlar. Kadınların şapka, eldiven ve döpiyesleri, erkeklerin kravatlı takım elbiselerine eşlik eden borsalino şapkalarıyla oldukça bakımlı ve şık bir biçimde boy gösterdikleri bu caddedeki bir yerde oturmak ise oldukça sınıfsaldır. Öyle ki bir zamanların tabiriyle “kahvehaneler Beyazıt’ta patisserieler Pera’da” yer alır.
Artık İstanbullular için Pera yeni tatların merkezi olur. Orta ve üst sınıfa hizmet eden bu pastaneler Osmanlı’nın bilindik tatlılarından daha farklı lezzetler sunarak insanları likör ve çikolata ile tanıştırmaya başlar. Osmanlı’nın baklavaları, sütlaç ve lokumlarından bisküvi, tart ve puding gibi pastane ürünleriyle tanışan kent soyluları Pera’daki bu pastanelerde sosyalleşmeye başlar.

Beyoğlu’nun özenini kaybetmediği bu yıllarda klasik tatlıcılardan oldukça farklı olan, içeriye girildiğindeki atmosferi ile insanları büyüleyen, eşsiz lezzetlerinin sunulduğu ve adı bir marka haline gelmiş olan Markiz Pastanesi de bu İstiklal Caddesi senfonisinin eşsiz notalarından birisidir.
Markiz Pastanesi’nden Önce Lebon Vardı
1806 yılında İstanbul’a Fransız Büyükelçisi’nin (Horace François Bastien Sébastiani) mahiyetinde, elçilik mutfağında çalışmak üzere aşçı olarak gelen Fransız kökenli Edouardo Vallaury İstanbul’a pastacılığı öğreten kişi olur. 1849 yılında Galatasaray Mekteb-i Sultani’sinin karşısında, Sahne Sokağı’nın sol üst köşesinde Café Vallauri adında bir patisserie açar.
Seneler geçtikçe Vallaury ailesi ardından gelen kuşaklarla birlikte bu şehre imzasını atacak olan önemli bir isim haline dönüşür. Vallaury’nin oğlu Pietro babasından aldığı yetenekleri aynı pastanede geliştirir. Saray şekerlemecisi olarak Osmanlı Sarayı’na hizmet verirken, Café Vallauri devletin resmî törenlerinde Sarayın tedarikçisi olur.
Naum Tiyatrosu’nun yan sokağında yer alan Café Vallauri 5 Haziran 1870’te büyük Beyoğlu yangınından zarar görünce 1876 yılında yerine inşa edilen Hristaki Pasajı’nda (Çiçek Pasajı- Cite de Pera) 1885 yılına dek hizmet vermeye devam eder. Avrupa’dan ithal ettiği likör ve şarapları, çikolata, şurup ve şekerleme çeşitleri ile tüm İstanbul’u farklı lezzetlerle tanıştıran Vallaury’inin Fransız çırağı olan Louis ise ileride hem damadı hem de 1850’li yıllarda kurulacak olan Lebon Pastanesi sahibi olarak tanınacak Mösyö Lebon’dan başkası değildir.
Evlendikten üç yıl sonra 1959 yılında ustasının yanından ayrılan Louis Lebon, Charles Théophane Bourdon ile “Confiserie et Patisserie de St. Petersbourg” adıyla akşam yemekleri verilen, evlere servis yapabilen, balo ve partilere uygun içkili bir restoran açar. Pastane döneminde Namık Kemal, Ahmet Mithat Efendi ve Şinasi gibi isimleri ağırlayarak ününe ün katmaya devam eder. 1896 yılında Bourdon ile olan ortaklık sonlanmış olsa da işlerin ilerlemesiyle birlikte Mösyö Lebon Passage Oriental’de (Şark Aynalı Çarşı Pasajı) cadde üzerinde bulunan bir dükkâna kendi adını vererek Lebon Pastanesi’ni 1905 yılında işletmeye başlar.
Lebon Pastanesi: Bir “Seçkin” Mekânı

Oldukça detaycı birisi olan Mösyö Lebon ilk iş olarak Paris’te bulunan ünlü Fransız firması Ponton Lemeunier’e tasarımını kendisinin yaptığı pasta fırınının siparişini verir. Pastanenin duvarlarını tahta kaplama ile kaplatan Lebon üzerine dört mevsim seramik panoları yerleştirmek ister. Bu noktada iç mekân tasarımı için devreye Francesco Vallaury’nin diğer eşinden olan oğlu ünlü mimar Alexandre Vallaury girer.
Ressam J.A.Arnoux tarafından 1905 yılında hazırlanan desenler 1920’li yıllarda Paris’te bulunan “Hautin Boulenger & Cie” daha sonraki adıyla “Choisy-le-Roi” fabrikasında imal edilir. Aslında dört mevsim betimlemesi için dört farklı duvar panosu yapılmış olsa da Kış (Hiver) betimlemesi olan pano Orient Express ile İstanbul’a yolculuğu sırasında hasar gördüğünden dolayı kullanılamayacak hale gelir. Duvardaki üçüncü pano yerine denk gelen kısımda yalnızca tepesi kalan Yaz (Été) panosu ise zamanla tahribata uğrayınca alt kısmına ahşap üzerine ayna yerleştirilir.
Osmanlı yemek masalarına çatal bıçak kullanımını sokan Décugis’un getirttiği bu seramik panoların şu anda her ikisi yalnızca hayallerde canlanıyor olsa da aynı sanatçının elinden çıkan benzer versiyonları Fenerbahçe’deki “Villa Mon Plaisir”in ön cephe pencere aralarını süslemektedir. Günümüze kadar gelmeyi başarabilmiş İlkbahar (Le Printemps) ve Sonbahar (L’automne) panoları gül desenleri ile işlenip bordürle sınırlandırılmış bir kompozisyon sunar.
Mekân yalnızca iç tasarımı ile değil kullanılan Limoges ve Havilland porselenleri, Décugis kristalleri, Christofle yemek takımları ile müşterilerini el üstünde tuttuğunu gösterir. Fransız drajeleri, şarapları, hizmet kalitesi ile bir seçkin mekânı olan bu özenli pastane zamanla öylesine prestijli bir hale gelir ki Orient Express ile Avrupa’dan İstanbul’a gelen yabancı misafirler önce Lebon’a uğramak ister.
Çok sevdiğim bir pastane olmasına rağmen her zaman gidemezdim. Öğrenci bütçesi belli bir bütçe zaten ama her şeyden önemlisi özenli gitmek gerekirdi oraya. Çok özel bir yerdi.
Dönemin Tanıklarından Saadet Hanım, Annual Politis, Melike Çapan
Lebon Pastanesi yalnızca bir pastane değil, aynı zamanda Pera’nın hatta dönemin İstanbul’unun en meşhur davet ve balolarının gerçekleştiği bir çay salonu, şekerci dükkânı ve lokantası olur. Dönemin gazeteleri Lebon Pastanesi’ne ait ilanlarını “Lebon’da her şey iyidir.” (“Chez Lebon, tout est bon”) sloganıyla çıkarır. Bu slogan Louis Lebon’un yol haritası olur ve bu gelenekle İstanbul’un elit tabakasına yıllarca hizmet vermeye devam eder.
Markiz Pastanesi: Şehir Kültüründe Bir Marka

Markiz Pastanesi… Kiminin şiirinde bir mısraya, kiminin romanında bir satıra, kimininse kişisel hikâyesinde bir anıya denk düşen ve şehrin kültürel dokusuna hizmet sunan bir yer. Pastanenin hikayesi 1915 yılında Merzifon’dan komşularının yanına sığınan Avedis Ohanyan Çakır’ın Tokatlıyan Oteli’nde çok da sevmediği muhasebe yardımcısı olarak işe girmesi ile başlar.
Ailesini kaybeden, kardeşinin intiharının acısını taşıyan Avedis İstanbul’a geldiği ilk andan itibaren kendisini çalışmaya verir. İlerleyen zamanda kendisini daha mutlu edeceğini keşfedeceği otelin barına geçer ve zamanla İstanbul’un gece hayatında bir yer edinmeye başlar. Bomonti Bulgar Çarşısı’nda bulunan Fransız Nis Çay Bahçesi’nde çalışmaya başladığında ise hayat ona yeni fırsatlar sunmaya başlar. Mahareti ile gün geçtikçe göz doldurur, dönemin saygın kişilerine hizmet eder ve çay bahçesinin işletmesi Fransızlar tarafından kendisine devredilir. Diğer taraftan Passage Oriental’in girişindeki dükkânın yani zamanın Lebon’unun işletmecisi mülk sahibiyle anlaşamaz ve dükkânı boşaltma kararı alır. Dükkâna talip olan Avedis eşinin de birikimleriyle beraber bu fırsatı değerlendirir. Tarihler 1942’yi gösterdiğinde Lebon Kumbaracı Yokuşu’ndaki yeni yerine taşınırken yerini tam 40 yıl boyunca sürecek olan “Markiz” efsanesi alır.
Saat başlarını saygılı saygılı vuran duvar saatinin sesini nasıl özlemle arıyorum. Burada her masa birer küçük ada gibiydi. Kalabalık içinde yalnız olabilmek imtiyazına yalnız burada sahiptiniz. Huzur doluydu bu salon. Temizlik, seviye ve güler yüz. İstanbul’dan uzaklaşınca en çok özlediğim imajlardan biri Markiz’di.
Haldun Taner, 20 Şubat 1983’te Milliyet Gazetesi’ndeki “Devekuşu’na Mektuplar” Köşesi
Avedis, sık sık gerçekleştirdiği Paris ziyaretleri sırasında edindiği tecrübeleri ticari zekasıyla bir araya getirir. Paris’teki ünlü “Marquise de Sévigné” çikolatalarından ilham alarak aynı kalitede şekerleme ve çikolata üretmek ise tek hayalidir. Böylece mekân “Marquise” adıyla gastronomik bir kimliğe bürünür. Pastanenin logosunda yer alan taç sembolü ise “Marquise” kelimesinin soyluluk unvanı olarak (lord) kullanılmasına yapılan bir vurgudur.
Dükkânın vitrinini o kadar süslerdi ki, gidip bakar aynısını İnci’de yapardık. O zaman böyle şeyler taklit edilirdi. Çok kaliteli malzeme kullanıyordu. Kaliteli malzemede kaliteli ürün çıkartıyor. Pahalı satarsın, az satarsın ama iyi ürün satarsın. Markiz öyleydi.
Burç Lebon Pastanesi’nin Sahibi Şakir Bey, Annual Politis Melike Çapan
Art Nouveau üslubunun kullanıldığı yapıları şekerlemeci vitrinindeki süslü keklere benzeten Salvador Dali’nin tanımına uyan Markiz’in iç mimari tasarımına ek olarak, 1949 yılında Prof. Mazhar Resmor tarafından yapılmış, yerden bir metre yükseklikte olan iki adet cam vitray süslemeler eklenir. Art Deco özellik gösteren bu vitraylar havuz ve çiçek desenleriyle renkli olarak tasarlanır.
Mükemmeliyetçi denilebilecek kadar detaycı olan Avedis tüm detayları incelikle tasarlar. Fransa’dan getirilen fırın tuğlaları, süslemeler, Lebon zamanından kalan seramik panolara eşlik edecek vitraylarla eskinin Lebon’u artık yeni adıyla Markiz’e dönüşmeye başlar.
Dedem sabah altıda Eminönü’ne hale giderdi. Bütün alışverişi kendisi yapardı. Öğlenleri yemek servisi de yapıyordu. Kıymayı bonfileden çektirirdi. Bütün garsonların tırnaklarından saçlarına kadar kontrol ederdi. Garsonların hepsi Rum’du. Çünkü en iyi servisi onlar yapardı.
Avedis Bey’nin Torunu Majak Ohanyan Çakır, Independent, Melike Çapan
Kasanın yanındaki köşesinde boynundaki fularıyla oturan Avedis, otoriter denilebilecek düzeyde son derece disiplinli çalışır, üstün kalite anlayışı ile hareket eder. Ona göre her şeyin bir usulü ve nizamı olmalıdır. Her sabah teftiş ettiği garsonlarının ise Rum olmasına dikkat eder. Bunun sebebini torunu Majak Bey şu sözlerle aktarır:
Rum garsona defalarca git bunu yap de yapar. Ermeni garsona yaptıramazsın, ikinci de kafana atar.
Markiz döneminin en güzide mekanları arasında yer alır çünkü yalnızca pastane olarak faaliyet göstermez, aynı zamanda Beyoğlu’nun nadide eğlence mekanlarından birisi olur. Bulunduğu Şark Aynalı Çarşı Pasajı’nın üst katı Markiz’in gece kulübü olurken arka taraftaki salonlar balo, nişan, düğün ve belirli toplantılara ev sahipliği yapar.
Davetlerde Markiz’e sipariş verirdik, gider alırdım. 1948’lerde Galatasaray Lisesi’nde okurken de gitmeye başladım. Sonraları akademiye devam ederken de… Cebimde fazla para yoktu, yine de gelir çay içer, pasta yerdik. Masraflı bir yerdi. Diyelim ki 7 buçuk liraya çay içiyorsunuz, ama bu çay 125 liralık bardakta geliyor, çok dikkat edilecek bir yerdi, enteresan değil mi?
İç Mimar ve Gastronom Renan Yaman

Gün geçtikçe bir marka haline gelen Markiz şıklık yarışına girmiş hanımefendi ve beyefendilerin uğrak noktalarından birine dönüşür. Mekân kendisine gelen ünlü konuklarla beraber artık sahibini aşarak kendisini yaşatan ayrı bir ruha bürünür. 1980’li yıllara kadar bir sinema ya da tiyatrodan çıkıp soluklananların yanı sıra Markiz artık aristokratların adresi, edebiyat ve sanat dünyasının da beşiğidir. Ahmet Haşim, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Peyami Safa, Orhan Kemal, Attila İlhan, Orhan Veli, Haldun Taner, Sait Faik ve Abidin Dino gibi dönemin ünlü edebiyatçı ve sanatçılarının, İsmet İnönü, Celal Bayar, Tevfik Rüştü, Fethi Okyar, Şükrü Saraçoğlu gibi siyasetçilerin, iş insanlarının ve kent soylularının tercih ettikleri bir mekânGün geçtikçe bir marka haline gelen Markiz şıklık yarışına girmiş hanımefendi ve beyefendilerin uğrak noktalarından birine dönüşür. Mekân kendisine gelen ünlü konuklarla beraber artık sahibini aşarak kendisini yaşatan ayrı bir ruha bürünür. 1980’li yıllara kadar bir sinema ya da tiyatrodan çıkıp soluklananların yanı sıra Markiz artık aristokratların adresi, edebiyat ve sanat dünyasının da beşiğidir. Ahmet Haşim, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Peyami Safa, Orhan Kemal, Attila İlhan, Orhan Veli, Haldun Taner, Sait Faik ve Abidin Dino gibi dönemin ünlü edebiyatçı ve sanatçılarının, İsmet İnönü, Celal Bayar, Tevfik Rüştü, Fethi Okyar, Şükrü Saraçoğlu gibi siyasetçilerin, iş insanlarının ve kent soylularının tercih ettikleri bir mekân haline gelir.
Markiz’e uğradım, dört mevsiminden süzülmüş bir konyak içtim.
Edip Cansever, Ben Ruhi Bey Nasılım Şiiri.
Markiz Pastanesi’nin Kapanış Süreci: 1980 “Bir Efsane Kapanıyor”
Markiz Pastanesi’nin de bulunduğu Şark Aynalı Çarşı Pasajı 1975 yılında Şükrü Kurdoğlu tarafından Ermeni Madam Nazeni Verter’den 4.300.000 lira karşılığında satın alınır. Sirkeci’de bir oto yedek parçacı dükkânı işleten ve önceden taksi şoförü olduğu bilinen Kurdoğlu, Markiz Pastanesi’nin yerine bir oto yedek parçacısı açmak ister. Haldun Taner ve bir grup aydın bu konuda seslerini yükseltip duruma karşı çıkar. Onların ısrarlı çabaları sonucunda 1977 yılında Gayrimenkul Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulu tarafından pastanenin özgün dekorasyonu ile korunması kararı çıkar.

1979 yılında ise esas işlevinin bağlayıcılığı gerekçesiyle Markiz’in bir otomobil yedek parçacısı olamayacağı hükme bağlanır ve bina pastane olarak tescillenir. Yedek parçacı açılmasa da Kurdoğlu’nun bağımsız olarak açtığı eş zamanlı devam eden tahliye davası sonucunda pastane için 1980 yılında kapanma kararı alınır.

Emekle kurduğu bu dükkânı elleriyle kapatan Avedis, Markiz’e bir daha uğramaz. 1980 yılında Fransız Nis Bahçesi’nin de içerisinde bulunduğu mirasını Türk Hava Kuvvetlerini Güçlendirme Vakfı’na bağışlar. Döneminin en yüksek bağışını yapan Avedis, Atatürk’e olan sonsuz sevgisinden dolayı bunu yaptığını açıklar ve çok geçmeden üç yıl sonra 1983 yılında hayatını kaybeder.
… Şehrin manevi haritasında üstüne titrenmesi gereken koca Markiz’i parçacı dükkânı yapmak uğruna yok etmeye kalkışılmasını önlemek için açtığım kampanyayı hatırlayanlar olacak. Elde kalem, kültürden, birikimden söz etmekten başka (sermaye)si olmayan bizleri, kültürle, birikimle ilgisi, ilişkisi bulunmayan bazı (sermaye) sahipleri ve onun emrindeki ticaret hukuku ne kolayca yenivermişlerdi. Derin bir iç çekip, yolumuza devam edelim.
Haldun Taner, 1 Haziran 1984 Milliyet Sanat Dergisi, “Dünkü Beyoğlu, Bugünkü Beyoğlu
1994 yılında sahibi olduğu otelin giriş katında Lebon Pastanesi’nin de adını yaşatan Aksoy Grubu’nun sahibi Mustafa Aksoy’un pastaneyi satın alması, Markiz’in yeniden açılacağına dair ümitleri canlandırsa da ne yazık ki bu adım 1999 yılında Anıtlar Kurulu’nun projeyi onaylamasına kadar atılamaz. Yılların ardından başlayan çalışmalar neticesinde 2003 yılında pastanenin bulunduğu han hizmete açılır.
Ardından gelen yıllarda “Robert’s Coffee” ve “Yemek Kulübü” gibi farklı işletmelerce işletilen Markiz özgünlüğünü koruyamaz. O özenli porselenlerin, gümüş takımların yerini artık çizilmiş beyaz porselenler ve metal servis takımları alır. Dillere destan özenli tasarımların olduğu vitrinine kocaman yemek resimleri ile kampanyalı fiyatların yazılı olduğu etiketler yapıştırılınca Markiz eski ihtişamını kaybetmeye başlar. Böylece hazin sona yeniden gelinir. Markiz’in kapısına 2016 yılında bir kez daha kilit vurulur.
Yolum ne zaman Tünel’den geçse vitrininden içeriye bir göz atmadan edemem. Bomboş salon bakınca biraz hüzün verir. Okuduklarımı anımsar Haldun Taner’i kitap-gazete karıştırırken, Sait Faik’i, Salâh Birsel’i ve Oktay Akbal’ı orada çay içerken hayal ederim. Çünkü onların mekanıdır burası. Önünde beyaz önlüğüyle Avedis Efendi, Selma ve Feride Soriş hanımlar (Markiz’e 17 yaşında 30 lira ile çırak olarak başlayan ve 40 yıl çalışan kız kardeşler) içerdedir. Sanki gazete hışırtısı ve çay kokusu yayılır etrafa birden.
Serpil Gündüz, 25 Ekim 1995 Cumhuriyet Gazetesi, “Markiz’in Hüzünlü Bekleyişi Sürüyor”
Markiz: Anka Kuşu Misali

Ümit Yaşar’ın Ayten’i vurduğu satırlara şahit olan Markiz için takvimler 2021 yılını gösterdiğinde İBB Miras ekibi ön cephesini bakımdan geçirir. Lebon adıyla 200, Markiz adıyla 80 yıllık bir geçmişe sahip olan pastane zamanın tünelindeki zevksizliğe karşı direnir. Yıllar yaşlandırsa da güzelliğinden ve alımından asla taviz vermeyen pastanedeki iki kadının zevksizliğe ve yok edilen zarafete karşı direnişine ise bu kez Narmanlı Han’ın sahipleri destek çıkıyor. Tekin Esen ve Mehmet Erkul tarafından satın alınan pastane 2026 yılı içerisinde Markiz’in kendi yarattığı kültürüyle kapılarını yeniden açmaya hazırlanıyor.
Ben Tekin Esen ve ortağım Mehmet Erkul Beyoğlu’nda eski ve hikayesi olan anıtsal binaları metruk ve terkedilmiş halinden kurtarmak ve bu tarihi binaları yeniden hayata kazandırmak gibi bir misyon edindik. Bu misyon asla kâr amacı güdülerek yapılacak bir iş değildir, zira matematik çok daha kârlı işlerin varlığını işaret eder, ama birileri işte bu yaşanmışlığı, tarihi, hatıraları ve geçmişi tekrar hayata kazandırmalı, günümüzde yaşayan yerli-yabancı tüm insanlar bu değerlerle iç içe olmalı; eliyle, gözüyle ve kalbiyle o heyecanı duymalı.
Tekin Esen ve Mehmet Erkul, Gerçek Gündem, Melike Çapan

Umut Hep Var!
Sosyo-ekonomik ve kültürel değişimlerin etkisiyle değişen alışkanlıklar Beyoğlu’nu da etkiledi. Dönüşümün hızıyla gün geçtikçe kimliğini yitiren ve büyük puntolarla kaplı dev tabelaların markalaşma adı altında incelikten uzak duruşu ile atılan her yeni adımda geçmiş anılar endişe balonlarının içerisine hapsoldu. Oysa çok kalabalık, çok sesli ve bir o kadar da karmaşık olan bu caddeye yakından bakıldığında kentin yaşayan tarihi ile karşılaşılır. Bu sebepledir ki caddenin tarihini bilenler için renkler ne kadar ışıltılı olsa da bu manzara iç karartıcı, gri renkte bir kent tablosunu çağrıştırır.
Kentler varlığını sürdürdüğü tüm cadde, meydan ve sokaklarıyla ve hatta buralarda var olan mekanlarıyla birlikte değişir, dönüşüme uğrar. Kimi zaman yapısını ruhuyla birlikte kaybederken kimi zamansa ruhunu her seferinde yenilemeyi başarır. Tıpkı yaşayan bir vücut ve ona bağlı organları gibi nefes alıp verir, yenilenir ve bazen zamana yenilir. Zamanın içinde tüm çatışan duyguları nefesinde biriktirir. Bazen yeninin ruhu eskisine baskın çıkar, bazen de eskinin ruhu hiç solmaz ve yeni hiçbir zaman “yenilikçi” olarak kalmaz.
Araştırmalarımız ve destek veren değerli kişiler sayesinde oluşturduğumuz arşivlerden elde ettiğimiz çıkarımlar sayesinde orijinal menüsüne sadık kalarak, orijinal düzeni ve tasarımı ile birlikte, oluşturduğu servis kültürü ve kalitesini de koruyarak açacağız pastaneyi.
Mimar Ömer Esen
Beyoğlu İstanbul’un tarihi, sosyal ve kültürel anlamda yaşayan yüzüdür ve bu yüzden mekânın kimliğini ve onunla yaşayan hikâyelerini yok etmek yerine geçmişine, kültür ve sanatın yaşayan hafızasına karşı bir saygı duruşu olacak nitelikte gerçek önemine kavuşmalıdır. Markiz Pastanesi de Lebon’dan başlayan hikayesi ile İstiklal Caddesi Senfonisinin eşsiz bir notasıdır. Onsuz bu senfoninin notaları eksik kalır.
Kapak Fotoğrafı: ©Karaören Mimarlar Architects