Sanat Dünyasında Aşk ve Rekabet Sarmalındaki İkonik Çiftler

Bazen ilham oldular, bazen birbirlerinin en büyük sınavı… Sanat tarihinin en unutulmaz çiftlerinin aşkın, yaratıcılığın ve gölgede kalmış fedakârlıkların izinde, birlikte kurdukları dünyalarına doğru bir yolculuğa çıkıyoruz.
Sanat Dünyasında İkonik Çiftler - Lee Krasner ve Jackson Pollock

Sanatçı çiftlerde aşk ve rekabetin ilişkisi, kişisel ilişkilerin sanatsal yörüngeleri derinden etkileyebileceğini gösterir. Aşk ile sanat alanındaki rekabet arasındaki diyalektik, sanatçıların eserlerinde yenilikçi ve cesur bir zemin oluşturmuştur. Belki de aşk, risk alma ve keşfetme için ilham verici bir ortam sağlarken; rekabet mükemmellik ve sıra dışılık için bir katalizör görevi görmüştür.

Alfred Stieglitz & Georgia O’Keeffe

Bir tarafta “Amerikan modernizminin en önemli ismi”, yakın plan ve büyük boyutlu çiçek tablolarıyla Georgia O’Keeffe, diğer tarafta elli yıldan daha uzun olan kariyeriyle fotoğrafın, resim ve heykel gibi sanatlarla birlikte kabul görmesini sağlayan Amerikalı fotoğrafçı Alfred Steiglitz.

Sanat Dünyasında Konik Çiftler - Alfred Stieglitz & Georgia O’Keeffe

Stieglitz ve O’Keeffe 1916 yılında tanıştıklarında, Stieglitz 52 yaşında ve dünyaca ünlü bir fotoğrafçıydı; Manhattan’da avangart bir galerisi vardı. O’Keeffe ise 28 yaşında kendine özgü bir sanat dili oluşturma çabasındaydı ve henüz tanınmıyordu.

O’Keeffe, Teksas, Virginia, Güney Carolina ve New York’ta sanat eğitimi alıp dersler verirken resim çalışmalarında deneysel ve soyut bir sanat dili geliştiriyordu. Bu çalışmalar arasında, daha sonra arkadaşı Anita Pollitzer aracılığıyla New York’ta Stieglitz’e ulaştırılacak soyut kömür kalem çizimleri de bulunuyordu. Bu çizimlerden oldukça etkilenen Stieglitz, O’Keeffe’e bir mektup yazarak onunla tanıştı ve böylece her ikisinin hayatını, aynı zamanda 20. yüzyıl sanatını derinden etkileyen bir bağın başlangıcını attı.

Georgia O’Keeffe ve Alfred Stieglitz, O’Keeffe’in çizimleri aracılığıyla birbirlerinden haberdar olduktan sonra birbirlerine 5000’e yakın mektup yazdılar. O’Keeffe’in New York’a gelişiyle birlikte çift kısa süre içinde birlikte yaşamaya başladı. Altı yıl sonra, 1924 yılında evlendiler.

Senin benim için ne olduğunu merak ediyorum… Seni çok seviyorum.

Georgıa O’Keeffe’in Alfred Stıeglıtz’e Yazdığı Mektuptan, Aralık 1917

Ruhumun yıllardır özlemle beklediği çiçek sensin. Evet, sensin.

Alfred Stıeglıtz’in Georgıa O’Keeffe’e Yazdığı Mektuptan, 13 Haziran 1918

Georgia O’Keeffe ve Alfred Stieglitz birlikte, 20. yüzyıl Amerikan sanatının en unutulmaz eserlerinin doğmasını sağlayan dinamik ve fazlasıyla üretken bir birliktelik oluşturdular. Stieglitz olmadan O’Keeffe’in sanatının bugünkü haklı ününe kavuşup kavuşamayacağı, aynı şekilde O’Keeffe’in güçlü kişiliği, olağanüstü yeteneği ve Stieglitz’in onu model olarak kullanarak çektiği çarpıcı fotoğraflar olmadan, Stieglitz’in kariyerinin bu denli kalıcı olup olamayacağı da tartışmalıdır.

Stieglitz’in 300’e yakın O’Keeffe’i konu alan seri portre çalışmaları, Amerikan sanatında eşi benzeri olmayan bir yere sahip oldu. Oldukça açık ve modern olan evlilikleri; değişimler, dalgalanmalar, sadakatsizlik ve elbette sayısız mektup eşliğinde, Stieglitz’in 1946’daki ölümüne dek sürdü. Bu uzun yolculuk boyunca her biri hem kişisel hem de sanatsal anlamda kendi iç dünyalarında arayış içindeydiler ve bu arayış, her ikisini de sanat dünyasının en unutulmaz ve en etkili çiftlerinden biri haline getirdi.

Sanat Dünyasında Aşklar

Lee Krasner & Jackson Pollock

Tutkunun, fırtınanın ve yaratıcılığın buluştuğu bir çift denince, akla ilk gelen isimlerden biri olan Lee Krasner ve Jackson Pollock’ı anmamak mümkün değil. 

Soyut dışavurumculuk akımının en ünlü temsilcilerinden ve geçen yüzyılın önde gelen Amerikan sanatçılarından biri olarak kabul edilen Jackson Pollock ve sanat çevrelerinde tanınmasına karşın, genel kamuoyunca daha az bilinen Lee Krasner. 

Sanat Dünyasında Aşklar - Lee Krasner & Jackson Pollock
Sanat Dünyasında Aşklar - Lee Krasner & Jackson Pollock

1941’de Pollock ile tanışmadan önce de sanat çevrelerinde tanınan bir sanatçı olan Krasner, Pollock’ı o dönemde büyümekte olan New York sanat çevresiyle tanıştırdı ve Pollock’ın ölümünden sonra da sanat mirasını koruyarak onun kalıcı bir şekilde anılmasını sağladı. Pollock’ın eleştirmenler ve koleksiyonerler nezdinde tanınmasını sağlayan asıl güç, Krasner’ın desteği ve yılmak bilmeyen çabası oldu. Tüm zamanını ve enerjisini eşinin kariyerine adayan ve Pollock’ın sanatına ve yeteneğine koşulsuzca inanan Krasner; onun kendinden şüpheye düştüğü anlarda, ona bu inancını hatırlatmaktan asla vazgeçmedi. Krasner, kendi sanatına tam anlamıyla ancak onun 1956 yılındaki trajik ölümünden sonra geri dönebildi ve hak ettiği itibarı kazanmakta gecikmedi.

Pollock’ı Amerikan sanatının önde gelen isimlerinden biri olmasını sağlayan onun 1947 yılında, yere serilmiş devasa tuvaller üzerine boya sıçratarak kendi özgün “damlatma” tekniğini geliştirmesiydi. Peggy Guggenheim, sanat dünyasında Jackson Pollock’ın eserlerini fark eden ilk önemli isimlerden biriydi ve 1943 yılında onun ilk kişisel sergisine ev sahipliği yaptı. 1940’ların ikinci yarısında ürettiği orijinal Pollock tabloları ise sanatçının tarzını ve mirasını belirleyecek eserler oldu.

Every good painter paints what he is.

Jackson Pollock

Cesur renkler ve geniş, etkileyici fırça darbeleriyle oluşturduğu büyük ölçekli resimleri ve kolajlarıyla tanınan Krasner, elli yılı aşan sanat hayatı boyunca yeni yönler keşfetmeye olan bağlılığından asla vazgeçmedi. Matisse’e olan hayranlığı, Krasner’ın eserlerinde zengin kırmızılar ve Akdeniz mavileri kullanımının yoğunluğu gibi etkiler gösterse de eserlerinde 1950’ler Amerikan tarzını yansıtan özgür, caz esintileriyle dolu ve enerjik bir hava vardı.

Krasner’s resistance to categorization is one of her enduring strengths.

Art Crıtıc, John Yau

Pollock’ın Hamptons’taki kazada hayatını kaybettiği dönemde Fransa’da olan Krasner, Amerika’ya döndüğünde sanatı da bu kayıpla keskin bir dönüşüm geçirdi, 1957 itibarıyla Pollock’ın stüdyosuna taşındı ve burada büyük ölçekli duvar resimleri üretmeye başladı.

I was a woman, Jewish, a widow, a damn good painter, thank you, and a little too independent

Lee Krasner

Krasner, kendi mirasını planlarken, tanınmış profesyonel sanatçıların çalışmalarını sürdürebilmeleri ve geliştirebilmeleri için üzerlerindeki maddi yükü hafifletecek bir vakıf kurmayı hayal ediyordu. Onun, Pollock’ın mirasını titizlikle yönetmesi ve kendi başarılı kariyeri, Pollock – Krasner Vakfı’nın gerçeğe dönüştürmesine imkân verdi ve bu ikilinin en unutulmaz eserleri günümüze kadar ulaşmış oldu.

Camille Claudel & Auguste Rodin

Değineceğimiz bir diğer çiftimiz, oldukça fırtınalı ve rekabetin dorukta olduğu tutkulu ilişkileriyle bilinen iki olağanüstü heykeltıraş: Auguste Rodin ve 1882’den 1892’ye kadar Rodin’in asistanı, ilham kaynağı ve en önemlisi, yaratıcı ortağı olan Camille Claudel.  

1882’de Rue Notre-Dame des Champs’da bir stüdyo kiralayan Claudel, kısa süre sonra burayı diğer heykeltıraşlarla paylaşmaya başladı. Rodin’in 1884 yılında ilk büyük siparişlerini almasıyla birlikte, Claudel onun stüdyosunda çalışan asistan ekibine katıldı.

Rodin, Claudel’in sanatı hakkında yaptığı zeki ve yönlendirici yorumlarla genç sanatçıyı etkilemeye başlamıştı. Aralarındaki yaş ve yaşam farklılıklarına rağmen Claudel ve Rodin, birçok ortak noktada da birbirlerine bağlıydılar. Sanata olan adanmışlıkları ve çalışmalarının diğer her şeyin üstünde tutulması gerektiğine olan inançları ortaktı. 

Kısa zamanda birbirlerine saplantı derecesinde âşık olan bu ikili ne kadar kavga ederlerse etsinler, ayrılamıyorlardı.  Mutsuz olan Camille Claudel en sonunda çareyi Rodin’e resmi olmayan bir anlaşma imzalamakta buldu, ama bu sözleşme de ilişkilerini düzeltmeyecekti. Sonunda kırgınlıklar ve tutulmayan sözler Claudel için dayanılmaz bir hal aldı. Rodin ile ilişkisini bitirmesi, Claudel için büyük sıkıntılarının sadece bir başlangıcıydı. Kendi isminin sonsuza dek Rodin ile iç içe geçmesi Claudel de paranoyaya neden olurken, pek çok sanat eleştirmeni Rodin’in çalışmalarını “Camille öncesi ve sonrası” olarak ayırması bu aşkı sert bir rekabete dönüştürdü.

Claudel’in en bilinen işlerinden “Deep Thought”, Rodin’in Düşünen Adam heykelinin bir eleştirisi olarak değerlendirilen çalışmasıydı. Rodin’in heykelinde bulunan erkeksiliğin zerresini taşımayan Claudel’in düşünen kadını, kırılganlığın resmiydi. Rachel Corbet’nin deyişiyle; 

O zamanlar entelektüel yaşam- en azından bir kadına- böyle görünüyordu: tehlikeli, belirsiz ve lanetleyici.

1905’ten sonra Claudel, akıl sağlığıyla ilgili ciddi sorunlar yaşamaya başladı. Birçok heykelini yok etti, uzun süre ortadan kayboldu, paranoya belirtileri sergiledi ve şizofreni teşhisi kondu. Rodin’i fikirlerini çalmakla ve onu öldürmeye yönelik bir komplo kurmakla suçladı. Kızlarına destek vermeyen ailesi de onu bir akıl hastanesine kapattı. Hekimler, Claudel’in böyle bir kurumda kalmaması gerektiğini savunmalarına rağmen, ailesi onu oradan çıkarmayı reddetti. Claudel, 1943 yılında, 78 yaşında hayatını kaybedene dek hastanede kaldı.

I’m no longer a human being.

Camılle Claudel, Hayatının Son Döneminde…
Camille Claudel, The Age of Maturity, 1893-1900, [S.1380]
Photo : © ADAGP, Paris, 2012
The Age of Maturity – Camille Claudel, 1893-1900 I Fotoğraf:©ADAGP

Oldukça parlak bir sanatçı olsa da Claudel’in hayatı çevresindeki erkeklerin gölgesinde geçti. Trajik bir şekilde, yaşamının son yıllarını akıl hastanelerinde geçirmenin ardından, eserleri neredeyse bir yüzyıl boyunca onların hikâyelerinde yalnızca küçük bir dipnot olarak kaldı. Ta ki 1988 yılında, Bruno Nuytten’in Isabelle Adjani’nin başrolünde oynadığı “Camille Claudel” filmiyle yeniden hatırlanana dek. Sanatçının bir dönem yaşamını sürdürdüğü Nogent-sur-Seine’de, 2017 yılında adına açılan ilk müze, onun mirasını sonsuzluğa taşıyan bir başka adım oldu. Rodin ise son yıllarını aldığı büyük işler, yarattığı müthiş heykelleriyle ve onun her zamanda yanında olan Rose Beuret ile sürdürdü.

Gates of Hell - Rodin, 1880-1917 I ©Musée d'Orsay / Sophie Crépy
Gates of Hell – Rodin, 1880-1917 I ©Musée d’Orsay / Sophie Crépy

Pek çok ünlü ve başarılı erkek ressamın ardında, muhtemelen yaptığı işler için hiç takdir görmemiş bir kadın vardır, diyebilir miyiz? (Bence diyebiliriz.) 

İlginizi Çekebilir!
Psikanaliz Size Yardımcı Olacak – Grete Stern